Değerli TEPTA dostları,

Mağazamız ve ofisimiz, haftaiçi 09:00-18:00, Cumartesi günleri 10:00-17:00 saatleri arasında hizmet vermektedir.
Bu süreçte hepimiz için öncelikli olan sağlık ve hijyen bakımından aldığımız önlemleri sizlerle paylaşmak isteriz:
- Binamız, 2020 Mart ayından bu yana yüksek hijyen standartlarında düzenli olarak temizlenmektedir.
- Binamıza tüm girişler esnasında, misafirlerimiz de dahil olmak üzere ateş ölçümü yapılmaktadır.
- Maskesiz misafirlerimiz binaya alınmayacaklar; güvenlik masasından maske talep edebilirsiniz.
- Zorunlu haller dışında asansörlerin kullanımını tavsiye etmiyoruz; kullanmanız halinde lütfen tekil kullanımları tercih ediniz.
- Bu süreçte ekibimizin, iş harici özel misafirlerinin binamıza kabul edilmediğini, giriş çıkışların minimize edilmek üzere tüm duyarlılığın gösterildiğini belirtmek isteriz.
- Bizi ziyaret eden misafirlerimize maalasef düzenli ikram gerçekleştirilemeyecektir; ihtiyaçlarınızı belirtmeniz üzere elbette sizleri en iyi biçimde ağırlayacağımıza emin olunuz.
- Mağaza ziyaretiniz sırasında her noktadan sterilizatörlere ulaşabilir; ellerinizi dilediğiniz sıklıkta dezenfekte edebilirsiniz.
- Toplantı odalarımızda, karşılıklı değil; çapraz oturma düzeni ile çalışma kararı aldık.
- Mağaza katlarımızda yoğunluk yaşanması halinde, sizlerin sağlığı bakımından giriş çıkışlarda beklemenizi isteyebiliriz.
- Müşterilerimizin evlerine veya işyerlerine montaja giden teknik arkadaşlarımız bone, maske, siperlik, eldiven ve dezenfektan kullanacaktır. Bu şekilde donanımlı olmayan personelimizi evlerinize kabul etmeyiniz. Personelimizi siz de bu şekilde karşılarsanız seviniriz.
- Maskelerinizi ve eldivenlerinizi 4 saat kullanıldıktan sonra naylon poşet içinde çöpe atmanızı önemle rica ederiz.
- Ekibimiz, işe gelirken toplu taşıma kullanımını minimuma indirmiştir; bilgilerinize sunarız.
Bilgilerinize sunarız.

            
KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASINA İLİŞKİN AYDINLATMA METNİ
TEPTA.COM  olarak; kişisel verilerinizin gizliliği ve güvenliği en önemli önceliklerimiz arasındadır. Bu kapsamda 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun ("KVKK") 10. maddesinden doğan aydınlatma yükümlülüğümüzü yerine getirmek amacıyla kişisel verileriniz hakkında sizleri bilgilendirmek isteriz. Kişisel veri, kimliğinizi belirli ya da belirlenebilir kılan her türlü bilgi anlamına gelmektedir. TEPTA.COM tarafından işlenen kişisel verileriniz, bunların işlenme amaçları, aktarılabileceği alıcı grupları, toplanma yöntemi, hukuki sebebi ve söz konusu kişisel verilere ilişkin haklarınız aşağıda yer almaktadır.
   A- ÜYELERİMİZ
     1-  TEPTA.COM tarafından hangi kişisel verileriniz işlenmektedir?
Sitemizde yer alan üyelik koşullarını kabul ederek web sitesinden veya mobil cihazlara kurulan uygulamadan giriş yapan ve platformda yer alan ürünleri takip eden ve/veya satın alan kişiler "Üye" olarak tanımlanmaktadır. TEPTA.COM  platformunda üye olmanız halinde aşağıdaki kişisel verileriniz işlenebilmektedir.
•  Kimlik Bilgileriniz: adınız, soyadınız, cinsiyet ve yaş bilginiz, TCKN (yalnızca belli ürün gruplarını satın almanız halinde mevzuat uyarınca işlenmektedir.)
•  İletişim Bilgileriniz: cep telefonu numaranız, teslimat adresiniz, e-posta adresiniz,
•  Müşteri İşlem Bilgileriniz: sipariş ve fatura bilgileriniz, teslimat işlem bilgileriniz, alışverişlerinizle ilgili gerçekleşen işlem geçmişi bilgisi, talep ve şikayet bilgileriniz, platformda yer alan ürünlere ilişkin yorum yapmanız ve/veya soru sormanız halinde yorum ve sorularınız içerisinde bizzat paylaştığınız bilgiler, TEPTA.COM  asistan ile chat kanalıyla yapılan konuşma içeriklerine yönelik bilgiler,
•  İşlem Güvenliği Bilgileriniz: IP adresi bilgisi, şifre ve parola bilgileri, çerez bilgileri,
•  Hukuki İşlem Bilgileriniz: yetkili kişi, kurum ve kuruluşlarla yazışmalardaki bilgiler, dava ve icra dosyalarındaki bilgiler, yasal bilgi talebi bilgileriniz,
•  İşitsel Kayıt Bilgileriniz: çağrı merkeziyle görüşmeniz halinde ses kaydınız.
     2-  Kişisel verilerinizin işlenmesinin amaçları ve toplama yöntemleri nelerdir?
Kimlik, iletişim ve müşteri işlem bilgileriniz; sözleşmesel ilişkimiz kapsamında bizzat sizlerden, mobil uygulama ya da internet sitesinden elektronik ortamda otomatik olarak aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
•  Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
•  Finans ve muhasebe süreçlerinin yürütülmesi ve denetimi,
•  Şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi,
•  Faturalandırma süreçlerinin yürütülmesi,
•  Lojistik, kargo faaliyetlerin yürütülmesi ve teslimat süreçlerinin takibinin yapılması,
•  İnternet sitesi/mobil uygulamalar üzerinden satın alım işlemlerinin gerçekleşmesi ve işlem yapanın kimlik bilgilerinin teyit edilmesi,
•  Açık rızanızın bulunması halinde, çeşitli pazarlama ve reklam faaliyetlerinde kullanabilmesi, tercihlerinize uygun ürünlerin tarafınıza sunulması başta olmak üzere sizlere daha iyi bir alışveriş deneyiminin sağlanması ve memnuniyetinizin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
•  Müşteri memnuniyetini artırmak, platformdan alışveriş yapan müşterilerimizi tanıyabilmek ve müşteri çevresi analizinde kullanabilmek, Şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
•  Stratejik analiz çalışmalarının yürütülmesi,
•  İletişim faaliyetlerinin yürütülmesi,
•  İlgi alanlarınızı dikkate alarak ilgilenebileceğiniz ürünlerin sunulması,
•  Mesafeli satış sözleşmesi ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri tahtında platformumuz üzerinden akdedilen sözleşmelerin koşulları, güncel durumu ve güncellemeler ile ilgili iletişime geçilmesi ve gerekli bilgilendirmelerin yapılması,
•  Açık rızanızın bulunması halinde, sitemiz nezdindeki gelişmeler, fırsatlar ve yenilikler hakkında tarafınıza bilgi verilmesi,
•  İnternet sitesi ve/veya mobil uygulamalardan alışveriş yapan müşterilerimizin tanınması, müşteri çevresi analizinde kullanılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi ve bu kapsamda anlaşmalı kuruluşlar aracılığıyla elektronik ortamda ve/veya fiziki ortamda anket çalışmaları yapılması,
•  Ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinizin değerlendirilmesi,
•  Ürünlere yönelik bilgi almanızın sağlanması,
•  Mal ve hizmet satış sonrası destek hizmetlerinin yürütülmesi,
•  Bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi,
•  TEPTA.COM  platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
•  Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
•  Hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi,
•  Yetkili kişi, kamu kurum ve kuruluşlarına bilgi verilmesi.
İşlem güvenliği bilgileriniz; sözleşmesel ilişkimiz kapsamında bizzat sizlerden, mobil uygulama ya da internet sitesinden elektronik ortamda otomatik olarak aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
•  Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
•  Şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi,
•  İnternet sitesi/mobil uygulamalar üzerinden satın alım işlemlerinin gerçekleşmesi ve işlem yapanın kimlik bilgilerinin teyit edilmesi,
•  Açık rızanızın bulunması halinde, çeşitli pazarlama ve reklam faaliyetlerinde kullanabilmesi, tercihlerinize uygun ürünlerin tarafınıza sunulması başta olmak üzere sizlere daha iyi bir alışveriş deneyiminin sağlanması ve memnuniyetinizin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
•  Müşteri memnuniyetini artırmak, platformdan alışveriş yapan müşterilerimizi tanıyabilmek ve müşteri çevresi analizinde kullanabilmek, Şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
•  Bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi,
•  TEPTA.COM  platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
•  Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
•  Yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi.
Hukuki işlem bilgileriniz; sözleşmesel ilişkimiz kapsamında bizzat sizlerden, mobil uygulama, internet sitesinden elektronik ortamda otomatik olarak aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
•  Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
•  Şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi,
•  Ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinizin değerlendirilmesi,
•  Bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi,
•  TEPTA.COM platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
•  Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
•  Hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi,
•  Yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi.
İşitsel kayıt bilgileriniz; çağrı merkeziyle iletişime geçmeniz halinde aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
•  Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
•  İletişim faaliyetlerinin yürütülmesi,
•  Kampanyaların yürütülmesi, tercihlerinize uygun ürünlerin tarafınıza sunulması başta olmak üzere sizlere daha iyi bir alışveriş deneyiminin sağlanması ve memnuniyetinizin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
•  Şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
•  İlgi alanlarınızı dikkate alarak ilgilenebileceğiniz ürünlerin sunulması,
•  Mesafeli satış sözleşmesi ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri tahtında platformumuz üzerinden akdedilen sözleşmelerin koşulları, güncel durumu ve güncellemeler ile ilgili iletişime geçilmesi ve gerekli bilgilendirmelerin yapılması,
•  Açık rızanızın bulunması halinde, TEPTA.COM  nezdindeki gelişmeler, fırsatlar ve yenilikler hakkında tarafınıza bilgi verilmesi,
•  İnternet sitesi ve/veya mobil uygulamalardan alışveriş yapan müşterilerimizin tanınması, müşteri çevresi analizinde kullanılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi ve bu kapsamda anlaşmalı kuruluşlar aracılığıyla elektronik ortamda ve/veya fiziki ortamda anket çalışmaları yapılması,
•  Ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinizin değerlendirilmesi,
•  TEPTA.COM . platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
•  Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
•  Hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi,
•  Yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi.
     3-   Kişisel verilerinizin işlenmesinin hukuki sebebi nedir?
TEPTA.COM  “Tarafımızdan hangi kişisel verileriniz işlenmektedir?" başlığında yer alan kişisel verilerinizi yukarıda yer alan amaçlarla KVKK'nın 5, 8. ve 9. maddelerinde belirtilen ve aşağıda yer verilen hukuka uygunluk sebeplerine dayanılarak işlenmektedir.
•  6563 Elektronik Ticaretin  Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun başta olmak üzere Şirketimizin tabi olduğu mevzuatta açıkça öngörülmüş olması hukuki sebebine dayanarak; şirket platformunda yer alan operasyonların güvenliğinin sağlanması, bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi, faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanmasına yönelik faaliyetler başta olmak üzere mevzuattan kaynaklanan yükümlülüklerimizin yerine getirilmesi,
•  Sözleşmenin kurulması veya ifasıyla doğrudan doğruya ilgili olması kaydıyla, kişisel verilerinizin işlenmesinin gerekli olması hukuki sebebine dayanarak; mesafeli satış sözleşmesi gibi Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri tahtında platformumuz üzerinden akdedilen sözleşmelerin kurulması faaliyetlerinin yürütülmesi, satın alım işlemlerinizin gerçekleştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi, teslimat süreçlerinin takibinin yapılması, ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinizin değerlendirilmesi, finans ve muhasebe süreçlerinin yürütülmesi ve denetimi, iletişim faaliyetlerinin yürütülmesi,
•  Şirketimizin hukuki yükümlülüğünün  yerine getirebilmesi için zorunlu olması hukuki sebebine dayanarak; Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği ve Elektronik Ticarette Hizmet Sağlayıcı ve Aracı Hizmet Sağlayıcılar Hakkında Yönetmelik başta olmak üzere Şirketimizin tabii olduğu ikincil mevzuatta yer alan ve/veya yetkili merciiler tarafından yayınlanan karar, kılavuz ve rehberlerde belirtilen hukuki yükümlülüklerinin yerine getirilmesi, yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi, faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması, hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi, finans ve muhasebe işlerinin yürütülmesi,
•  Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması hukuki sebebine dayanarak; hukuk ve dava işlerinin yürütülmesi,
•  Temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla şirketimizin meşru menfaatleri için veri işlenmesinin zorunlu olması hukuki sebebine dayanarak; şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
•  Açık rızanızın bulunması hukuki sebebine dayanarak; yurtdışına kişisel veri aktarımı yapılması.
     4-   TEPTA.COM  kişisel verilerinizi kimlere hangi sebeplerle aktarıyor?
Şirketimiz, kişisel verilerinizi "bilme gereği" ve "kullanma gereği" ilkelerine uygun olarak, gerekli veri minimizasyonunu sağlayarak ve gerekli teknik ve idari güvenlik tedbirlerini alarak işlemeye özen göstermektedir. İş faaliyetlerinin yürütülmesi veya denetimi, iş sürekliliğinin sağlanması, dijital altyapıların işletilmesi farklı paydaşlarla sürekli veri akışını zaruri kıldığı için işlediğimiz kişisel verileri belirli amaçlarla üçüncü kişilere aktarmak durumundayız. Ayrıca, sözleşmesel ve kanuni yükümlülüklerimizi tam ve gereği gibi yerine getirebilmemiz için kişisel verilerinizin doğru ve güncel olması çok önemlidir. Bunun için de muhtelif iş ortaklarıyla ve hizmet sağlayıcılarla çalışmak durumundayız.
Kişisel  verileriniz, pazaryeri operasyonun yürütülmesi, sipariş verdiğiniz ürünlerin teslimat süreçlerinin yürütülmesi, süreçlerinize yönelik yardım ve destek taleplerinizin yönetilmesi, deneyiminizin ve memnuniyetinizin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, sizlere daha iyi bir alışveriş deneyiminin sağlanması ve memnuniyetinizin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, iş sürekliliğinin sağlanması, bilgi güvenliğinin sağlanması, kanuni yükümlülüklerin yerine getirilmesi amaçları başta olmak üzere ve işbu aydınlatma metninin ikinci maddesinde belirtilen amaçlarla sınırlı olarak gerekli olduğu ölçüde:
Şirketimizin tabi olduğu mevzuatta açıkça öngörülmüş olması ve hukuki yükümlülüğünün yerine getirebilmesi için zorunlu olması, sözleşmenin kurulması veya ifası için gerekli olması hukuki sebeplerine dayanarak;
•  Satın alım süreçlerinin yürütülmesi amacıyla ürünün satıcısı ve hizmet sağlayıcıyla,
•  Lojistik faaliyetlerin yürütülmesi ve teslimat süreçlerinin takibinin yapılması amacıyla sizin ve/veya ürünün adına teslim edileceği kişi bilgisi satın alınan ürünün satıcısıyla, kargo firmalarıyla ve özel kuryelerle,
•  Faturalandırma süreçlerinin yürütülmesi amacıyla iş ortaklarımız, satın alınan ürünün satıcısı, danışmanlarımız ve hizmet sağlayıcılarımızla, bankalarla, mali müşavirlerimizle,
•  Mal ve hizmet satış ve satış sonrası destek hizmetlerinin sunulması için çağrı merkezi hizmeti sunan iş ortakları ve diğer hizmet sağlayıcılarıyla,
•  Hizmetlerin kalite kontrol, şikâyet yönetimi ve risk analizi alanında hizmet sunan iş ortakları ve hizmet sağlayıcılarıyla,
•  Finansal ve muhasebe süreçlerinin yönetimi, risklerin tespiti, değerlendirilmesi, dolandırıcılıkların önlenmesi için ilgili iş ortaklarımız, danışmanlarımız ve hizmet sağlayıcılarımızla, bankalarla, mali müşavirlerimizle,
•  Müşteriye e-faturasının elektronik olarak gönderilmesi için e-fatura iş ortağıyla; fiziki sözleşme veya fatura teslimatı yapılabilmesi amacıyla kargo ve kurye firmalarıyla, özel entegratör, bağımsız denetim, gümrük, mali müşavir/muhasebe hizmeti sunan iş ortaklarımızla,
•  Vergisel yükümlülüklerin yerine getirilmesi için vergi daireleriyle, vergi denetimleri sırasında fatura ve tahsilat makbuzlarının T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilileriyle,
•  Bilişim altyapımızı sağlayan, işleten veya hizmet sunan iş ortaklarımızla ve hizmet sağlayıcılarımızla,
•  Risk yönetimi ve finansal raporlama süreçlerinin yürütülmesi alanında hizmet sunan iş ortaklarımızla,
Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması, şirketimizin tabi olduğu mevzuatta açıkça öngörülmüş olması ve hukuki yükümlülüğünün yerine getirebilmesi için zorunlu olması hukuki sebeplerine dayanarak;
•  Hukuki yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında avukatlar, denetçiler, adli bilişim uzmanları, siber güvenlik danışmanları, vergi danışmanları ile danışmanlık ve hizmet aldığımız diğer üçüncü kişilerle ve iş ortaklarıyla,
•   Düzenleyici ve denetleyici kurumlar ile mahkeme ve icra müdürlükleri gibi yetkili kamu kurum ve kuruluşlarıyla,
•   Kişisel verilerinizi talep etmeye yetkili olan diğer kamu kurum veya kuruluşlarıyla, yurtiçi ve/veya yurtdışında bulunan iştiraklerimizle, tedarikçilerimizle, iş ortaklarımızla, anlaşmalı olduğumuz bankalarla ve ürün veya hizmet aldığımız üçüncü kişilerle paylaşılabilmektedir.
   B- MİSAFİR ÜYELERİMİZ
    1-  TEPTA.COM tarafından hangi kişisel verileriniz işlenmektedir?
TEPTA.COM  platformuna üye olmaksızın platformda yer alan ürünleri takip eden ve/veya satın alan kişiler “Misafir Üye” olarak tanımlanmaktadır. TEPTA.COM  platformunu misafir üye olarak kullanmanız ve alışveriş yapmanız sırasında aşağıda yer alan kişisel verileriniz işlenmektedir.
• Kimlik Bilgileriniz: adınız, soyadınız,
• İletişim Bilgileriniz: cep telefonu numaranız, teslimat adresiniz, e-posta adresiniz,
• Müşteri İşlem Bilgileriniz: sipariş ve bilgileri, fatura bilgileri, teslimat işlem bilgileri, alışverişlerinizle ilgili gerçekleşen işlem geçmişi bilgisi, talep ve şikayet bilgileri,
• İşlem Güvenliği Bilgileriniz: IP adresi bilgileri, çerez bilgileri,
• Hukuki İşlem Bilgileriniz: yetkili kişi, kurum ve kuruluşlarla yazışmalardaki bilgiler, dava ve icra dosyalarındaki bilgiler, yasal bilgi talebi bilgileriniz,
• İşitsel Kayıt Bilgileriniz: çağrı merkeziyle görüşmeniz halinde ses kaydı veriniz.
    2-  Kişisel verilerinizin işlenmesinin amaçları ve toplama yöntemleri nelerdir?
Kimlik, iletişim ve müşteri işlem bilgileriniz; bizzat sizlerden, mobil uygulama ya da internet sitesinden elektronik ortamda otomatik olarak aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
• Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
• Finans ve muhasebe süreçlerinin yürütülmesi ve denetimi,
• Şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi,
• Lojistik faaliyetlerin yürütülmesi ve teslimat süreçlerinin takibinin yapılması,
• İnternet sitesi/ mobil uygulamalar üzerinden satın alım işlemlerinin gerçekleşmesi ve işlem yapanın kimlik bilgilerinin teyit edilmesi,
• Şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
• Stratejik analiz çalışmalarının yürütülmesi,
• İletişim faaliyetlerinin yürütülmesi,
• Mesafeli satış sözleşmesi ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri tahtında platformumuz üzerinden akdedilen sözleşmelerin koşulları, güncel durumu ve güncellemeler ile ilgili iletişime geçilmesi ve gerekli bilgilendirmelerin yapılması,üyelik sözleşmesinin kurulması,
• Ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinin değerlendirilmesi,
• Mal ve hizmet satış sonrası destek hizmetlerinin yürütülmesi,
• Bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi,
• TEPTA.COM  platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
• Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
• Hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi,
• Yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi.
İşlem güvenliği bilgileriniz; bizzat sizlerden, mobil uygulama ya da internet sitesinden elektronik ortamda otomatik olarak aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
• Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
• Şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi,
• İnternet sitesi/ mobil uygulamalar üzerinden satın alım işlemlerinin gerçekleşmesi ve işlem yapanın kimlik bilgilerinin teyit edilmesi,
• Şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
• Bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi,
• TEPTA.COM platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
• Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
• Yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi.
Hukuki işlem bilgileriniz; bizzat sizlerden, mobil uygulama, internet sitesinden elektronik ortamda otomatik olarak aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
• Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
• Şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi,
• Şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
• Ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinizin değerlendirilmesi,
• Bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi,
• TEPTA.COM  platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
• Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
• Hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi,
• Yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi.
İşitsel kayıt bilgileriniz; çağrı merkeziyle iletişime geçmeniz halinde aşağıdaki amaçlarla toplanmakta ve işlenmektedir.
• Sözleşmenin kurulması ve ifasına yönelik süreçlerin yürütülmesi,
• İletişim faaliyetlerinin yürütülmesi,
• Şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
• Mesafeli satış sözleşmesi ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri tahtında platformumuz üzerinden akdedilen sözleşmelerin koşulları, güncel durumu ve güncellemeler ile ilgili iletişime geçilmesi ve gerekli bilgilendirmelerin yapılması,
• Ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinizin değerlendirilmesi,
• TEPTA.COM platformuna ilişkin olarak operasyonların güvenliğinin sağlanması,
• Faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması,
• Hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi,
• Yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi.
    3-  Kişisel verilerinizin işlenmesinin hukuki sebebi nedir ?
TEPTA.COM “Tarafımızdan hangi kişisel verileriniz işlenmektedir?” başlığında yer alan kişisel verilerinizi yukarıda yer alan amaçlarla KVKK’nın 5, 8. ve 9. maddelerinde belirtilen ve aşağıda yer verilen hukuka uygunluk sebeplerine dayanılarak işlenmektedir.
• 6563 Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun başta olmak üzere Şirketimizin tabi olduğu mevzuatta açıkça öngörülmüş olması hukuki sebebine dayanarak; şirket platformunda yer alan operasyonların güvenliğinin sağlanması, bilgi güvenliği süreçlerinin yürütülmesi, faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanmasına yönelik faaliyetler başta olmak üzere mevzuattan kaynaklanan yükümlülüklerimizin yerine getirilmesi,,
• Sözleşmenin kurulması veya ifasıyla doğrudan doğruya ilgili olması kaydıyla, kişisel verilerinizin işlenmesinin gerekli olması hukuki sebebine dayanarak; mesafeli satış sözleşmesi gibi Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri tahtında platformumuz üzerinden akdedilen sözleşmelerin kurulması faaliyetlerinin yürütülmesi, satın alım işlemlerinizin gerçekleştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, şirketin iş faaliyetlerinin yürütülmesi ve denetimi, teslimat süreçlerinin takibinin yapılması, ürün ve hizmetlerimize ilişkin talep, şikayet ve önerilerinizin değerlendirilmesi, finans ve muhasebe süreçlerinin yürütülmesi ve denetimi, iletişim faaliyetlerinin yürütülmesi,
• Şirketimizin hukuki yükümlülüğünün yerine  getirebilmesi için zorunlu olması hukuki sebebine dayanarak; Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği ve Elektronik Ticarette Hizmet Sağlayıcı ve Aracı Hizmet Sağlayıcılar Hakkında Yönetmelik başta olmak üzere Şirketimizin tabii olduğu ikincil mevzuatta yer alan ve/veya yetkili merciiler tarafından yayınlanan karar, kılavuz ve rehberlerde belirtilen hukuki yükümlülüklerinin yerine getirilmesi, yetkili kişi, kurum ve kuruluşlara bilgi verilmesi, faaliyetlerin mevzuata uygun yürütülmesinin sağlanması, hukuk işlerinin takibi ve yürütülmesi, finans ve muhasebe işlerinin yürütülmesi,
• Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması hukuki sebebine dayanarak; hukuk ve dava işlerinin yürütülmesi,
• Temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla şirketimizin meşru menfaatleri için veri işlenmesinin zorunlu olması hukuki sebebine dayanarak; şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi,
• Açık rızanızın bulunması hukuki sebebine dayanarak; yurtdışına kişisel veri aktarımı yapılması.
    4-  TEPTA.COM kişisel verilerinizi kimlere hangi sebeplerle aktarıyor?
Şirketimiz, kişisel verilerinizi “bilme gereği” ve “kullanma gereği” ilkelerine uygun olarak, gerekli veri minimizasyonunu sağlayarak ve gerekli teknik ve idari güvenlik tedbirlerini alarak işlemeye özen göstermektedir. İş faaliyetlerinin yürütülmesi veya denetimi, iş sürekliliğinin sağlanması, dijital altyapıların işletilmesi farklı paydaşlarla sürekli veri akışını zaruri kıldığı için işlediğimiz kişisel verileri belirli amaçlarla üçüncü kişilere aktarmak durumundayız. Ayrıca, sözleşmesel ve kanuni yükümlülüklerimizi tam ve gereği gibi yerine getirebilmemiz için kişisel verilerinizin doğru ve güncel olması çok önemlidir. Bunun için de muhtelif iş ortaklarıyla ve hizmet sağlayıcılarla çalışmak durumundayız.
Kişisel  verileriniz, pazaryeri operasyonun yürütülmesi, sipariş verdiğiniz ürünlerin teslimat süreçlerinin yürütülmesi, süreçlerinize yönelik yardım ve destek taleplerinizin yönetilmesi, deneyiminizin ve memnuniyetinizin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, şirketimizin sunduğu ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, sizlere daha iyi bir alışveriş deneyiminin sağlanması ve memnuniyetinizin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi, iş sürekliliğinin sağlanması, bilgi güvenliğinin sağlanması, kanuni yükümlülüklerin yerine getirilmesi amaçları başta olmak üzere ve işbu aydınlatma metninin ikinci maddesinde belirtilen amaçlarla sınırlı olarak gerekli olduğu ölçüde:
Şirketimizin tabi olduğu mevzuatta açıkça öngörülmüş olması ve hukuki yükümlülüğünün yerine getirebilmesi için zorunlu olması, sözleşmenin kurulması veya ifası için gerekli olması hukuki sebeplerine dayanarak;
• Satın alım süreçlerinin yürütülmesi amacıyla ürünün satıcısı ve hizmet sağlayıcıyla,
• Lojistik faaliyetlerin yürütülmesi ve teslimat süreçlerinin takibinin yapılması amacıyla sizin ve/veya ürünün adına teslim edileceği kişi bilgisi satın alınan ürünün satıcısıyla, kargo firmalarıyla ve özel kuryelerle,
• Faturalandırma süreçlerinin yürütülmesi amacıyla iş ortaklarımız, satın alınan ürünün satıcısı, danışmanlarımız ve hizmet sağlayıcılarımızla, bankalarla, mali müşavirlerimizle,
• Mal ve hizmet satış ve satış sonrası destek hizmetlerinin sunulması için çağrı merkezi hizmeti sunan iş ortakları ve diğer hizmet sağlayıcılarıyla,
• Hizmetlerin kalite kontrol, şikâyet yönetimi ve risk analizi alanında hizmet sunan iş ortakları ve hizmet sağlayıcılarıyla,
• Finansal ve muhasebe süreçlerinin yönetimi, risklerin tespiti, değerlendirilmesi, dolandırıcılıkların önlenmesi için ilgili iş ortaklarımız, danışmanlarımız ve hizmet sağlayıcılarımızla, bankalarla, mali müşavirlerimizle,
• Müşteriye e-faturasının elektronik olarak gönderilmesi için e-fatura iş ortağıyla; fiziki sözleşme veya fatura teslimatı yapılabilmesi amacıyla kargo ve kurye firmalarıyla, özel entegratör, bağımsız denetim, gümrük, mali müşavir/muhasebe hizmeti sunan iş ortaklarımızla,
• Vergisel yükümlülüklerin yerine getirilmesi için vergi daireleriyle, vergi denetimleri sırasında fatura ve tahsilat makbuzlarının T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilileriyle,
• Bilişim altyapımızı sağlayan, işleten veya hizmet sunan iş ortaklarımızla ve hizmet sağlayıcılarımızla,
• Risk yönetimi ve finansal raporlama süreçlerinin yürütülmesi alanında hizmet sunan iş ortaklarımızla,
Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması, şirketimizin tabi olduğu mevzuatta açıkça öngörülmüş olması ve hukuki yükümlülüğünün yerine getirebilmesi için zorunlu olması hukuki sebeplerine dayanarak;
• Hukuki yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında avukatlar, denetçiler, adli bilişim uzmanları, siber güvenlik danışmanları, vergi danışmanları ile danışmanlık ve hizmet aldığımız diğer üçüncü kişilerle ve iş ortaklarıyla,
• Düzenleyici ve denetleyici kurumlar ile mahkeme ve icra müdürlükleri gibi yetkili kamu kurum ve kuruluşlarıyla,
• Kişisel verilerinizi talep etmeye yetkili olan diğer kamu kurum veya kuruluşlarıyla, yurtiçi ve/veya yurtdışında bulunan iştiraklerimizle, tedarikçilerimizle, iş ortaklarımızla, anlaşmalı olduğumuz bankalarla ve ürün veya hizmet aldığımız üçüncü kişilerle paylaşılabilmektedir.
TEPTA.COM KİŞİSEL VERİLERİNİZİ NASIL KORUYOR?
TEPTA.COM  ile paylaşılan kişisel veriler, tarafımızın gözetimi ve kontrolü altındadır. TEPTA.COM ve  yürürlükteki ilgili mevzuat hükümleri gereğince bilginin gizliliğinin ve bütünlüğünün korunması amacıyla gerekli organizasyonu kurmak ve teknik önlemleri almak ve uyarlamak konusunda veri sorumlusu sıfatıyla sorumluluğu üstlenmiştir. Bu konudaki yükümlülüğümüzün bilincinde olarak;
•  Veri gizliliğini konu alan uluslararası ve ulusal teknik standartlara uygun surette periyodik aralıklarda sızma testleri yaptırılmaktadır.
•   Web sitesi, mobil site ve mobil uygulama aracılığıyla TEPTA.COM.'a ilettiğiniz kişisel verileriniz SSL (Secure Sockets Layer) teknolojisi kullanılarak korunmaktadır.
•   Kişisel veri işleme faaliyetlerine ilişkin düzenli olarak risk analizleri yapılmakta ve risklerin azaltılması için aksiyonlar alınmaktadır.
•   Kişisel verilere yetkisiz erişimleri engellemek için erişim ve yetki kontrolleri uygulanmaktadır.
•   Bu kapsamda veri işleme politikalarımızı her zaman güncellediğimizi bilginize sunarız.
KİŞİSEL VERİLERİNİZİN KORUNMASINA YÖNELİK HAKLARINIZ
Bu Aydınlatma Metni'nin "Hak ve Talepleriniz İçin İletişim" bölümünde yer alan yöntemlerle Şirketimize başvurarak,
•  Kişisel verilerinizin işlenip işlenmediğini öğrenme,
•  İşlenmişse buna ilişkin bilgi talep etme,
•  Kişisel verilerinizin işlenme amacını ve bunların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını öğrenme,
•  Yurt içinde veya yurt dışında aktarıldığı üçüncü kişileri bilme,
•  Kişisel verilerin eksik veya yanlış işlenmiş olması halinde bunların düzeltilmesini isteme,
•  KVKK'da öngörülen şartlar çerçevesinde kişisel verilerinizin silinmesini veya yok edilmesini isteme,
•  Yukarıda belirtilen düzeltme, silinme ve yok edilme şeklindeki haklarınız uyarınca yapılan işlemlerin, kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişilere bildirilmesini isteme,
•  İşlenen kişisel verilerinizin münhasıran otomatik sistemler ile analiz edilmesi sureti ile aleyhinize bir sonucun ortaya çıkmasına itiraz etme,
•  Kişisel verilerinizin ilgili mevzuata aykırı olarak işlenmesi sebebiyle zarara uğramanız hâlinde zararınızın giderilmesini talep etme haklarına sahipsiniz.
AYDINLATMA METNİ HAKKINDA
TEPTA.COM işbu Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Açıklama metnini yürürlükteki mevzuatta yapılabilecek değişiklikler çerçevesinde her zaman güncelleme hakkını saklı tutar.
Veri Sorumlusunun Kimliği
Ad, Soyad ve Unvan    :
E-Mail   :               :

Telefon Numarası        :
Adres                           :

 

                                                      

KEŞFET
TEPTA 25 kitap / MAKALELER

BEATRIX VON PILGRIM
Light an Shadow; How to Create “Inner” Images in Full Colour

As an artist, I work primarily with light. The most interesting, of course, are extreme light atmospheres – nearly dark or intensely bright.
My intention is not only to illuminate spaces but to create spaces using only by light. For realizing such light-spaces  it is necessary to calculate reflection, atmosphere and “interior” images.
But what are “inner” images and how can they be created? As a scenographer (formerly called set designer) I invent scenic spaces which are able to make an active contribution to presenting the plot in a specific manner.
By using dimmer racks it is possible to program infinite sequences of light cues. I can create an entire score of cues comparable to a musical composition, like becoming colder and colder or melancholic.  Or the rhythm becomes faster, more turbulent, surprising or even anxiously. A light score could be called a “visual soundtrack” and can strongly impact spatial perception in this way.
This is my point of interest – how does light (and particularly the changes of light) have an impact on the consciousness of spectators and how does it raise the awareness of members of the audience? And what intention is pursued with this impact?

For some time you see only darkness. Suddenly, you see a moving image in a very short flash of light. Then darkness again.
The seen image jumps into your mind. The spectator is intensely involved for a split second. Precisely because the image appears so briefly, just above the threshold of perception,  or if the image is only a fragment, such a “framed” impression is manifested in a very effective way, possibly stronger than any sequence of several images which may be displayed for a longer period of time.
This allows us to surmise that the “flashed image” is stronger and even manipulative.
The spectator develops the seen image independently. But the initial image enters his mind whether he wants it to or not.

An opposing physical phenomenon seems to operate paradoxically. It is not a strong contrast, but instead a calculated indistinctness, something shadowy in the darkness.
At first you can see nothing. After some time, you can still only barely see. This can be very interesting and fascinating, finding out what it could be, trying to understand something, becoming more and more sensitive, forced to actively read what it is, what nearly cannot be seen. One’s eyes have to adapt the dark atmosphere.
The “motor” and motivation for acting this way is expectation or anticipation and assumption.
Both take time. The passing of time is also important for both effects – the “flashlight” moment and the slowing down of an adapting eye as well.
Scenography is a time based strategy and art that is related to motion pictures.
Scenography produces – in the best case – a successful composition of the dramaturgy of action, space and light to make one image, the most important one, unforgettable. This strategy is also helpful to produce tension and emotions.

The operative point is the movement of light (or the illuminated image). The image, however, has to be embedded in “before” and “after”– it has to have a spatial context and it has to be connected with the content.
The question now is what happens if the visitor or audience member moves independently, if he crosses an exhibition or walks through a sequence of rooms?  How does an “inner” image arise while you are walking and changing points of view every moment?

Very high, resonant spaces like churches give their visitors the feeling of being small, of being a supplicant, of being lost. Spaces with low ceilings that absorb the sounds make you  feel more at home.
A very bright atmosphere produces an attentive condition of alarm; a dimmed surrounding offers an expectant withdrawal.
The calculated change between extreme situations, the change between very different degrees of intensity of brightness sharpens the senses of the moving observer.
 He will receive strong or clear “souvenir pictures”  - this beautiful little window high above, that fabulous incidence of light on those stairs, this wandering light above this wall. The same thing occurs with sophisticated programmed artificial light, which is connected to the observers’ movements and which walks with him through time and space.

The knowledge of physical modes of functioning of human perception enables very distinguished and exciting artistic solutions with light. Stage direction and scenography or art and architecture can work with this in a very manipulative way.

What is important for the spectators is to have escape routes, to have the choice of either following the images, allowing them to become of interest and to take joy in them or to have the freedom to tune them out, choose another path and set off upon it.

The spectators see a bright white square covered with white leaves, an abstract space for a strong discourse. Both characters, the farmer and death, participate in a philosophical debate about death while moving along the borderline of darkness and brightness; both are visible and invisible.

The stage is completely white as well as the auditorium. Single scenes are lit in a very  bright manner. Surprising blackout cues and darkness for several seconds produce those inner images that no one can resist in a nearly painful manner. While the darkness continues, the performers change their costumes and positions, wholly invisible. There are leaps in time and a new setting is built.

A horizon line is built from artificial and natural light and constitutes a dangerous line of tension. The whole space is filled by cables and looks like a prison.

A white screen built from thin translucent paper is moved by the exhaust air of two projectors and breathes.
A bright empty image appears. 88 wooden chairs from an old cinema, positioned too closely to sit on them, have steel springs under their feet – making them able to tremble and shake like a laughing auditorium which is amused about nothing.

The black space is constantly bright – the actors circulate the entire time like planets, first as single characters and then connected by snippy phrases – a space choreographed by single words and sentences which is cut in pieces by six moments of blackouts. At the end the space itself is moved by a calculated disruption of perception – you have seen the same movement of walking for two hours, the space seems to move by itself when the actors stop and freeze.

The space, a huge black Box, is filled with  haze. Two movable crane booms equipped with spotlights generate mobile architectures with light. The text creates space, space creates text – this may be the best version of successful scenography.

BEATRIX VON PILGRIM
Işık ve gölge: Renkli İçsel Görüntüler Yaratmanın Yolu

Bir sanatçı olarak çalışmalarımda kullandığım en önemli malzeme ışıktır. Aşırı uçlardaki ışık atmosferlerini, yani neredeyse kapkaranlık olan ya da ışıl ışıl aydınlık ortamları çok ilginç buluyorum. Amacım sadece mekanları aydınlatmak değil. Işıktan başka bir unsur kullanmaksızın mekânlar yaratmayı amaçlıyorum. Böyle ışık-mekanlar kurabilmek için de, yansımayı, atmosferi ve “iç mekân” görüntülerini hesaplayabilmek gerekiyor.

Peki “içsel” görüntü nedir ve bunları nasıl oluşturabiliriz? Bir skenograf (eski adıyla sahne ve dekor tasarımcısı) olarak hikayenin anlatımına aktif katkıda bulunabilen sahne mekanları yaratıyorum. Voltaj ayarı yapmanıza imkan veren ışık masaları kullanarak, sonsuz sayıda ışık değişimi programlamak mümkün. Bir müzikal kompozisyonla kıyaslanabilecek zenginlikte bir ışık skoru yazabiliyorum. Örneğin ışık giderek daha da, daha da soğuyor ya da melankolik bir havaya bürünüyor, ya da ritim hızlanıyor, daha çalkantılı, daha şaşırtıcı ya da kaygılı oluyor. Bir ışık skorunun “görsel bir soundtrack” olduğunu söyleyebiliriz ve bu şekilde uzamsal algıya kuvvetle etki edebilir.
Benim ilgi alanım da tam olarak bu – ışık (ve özellikle ışık değişimleri) izleyicilerin bilincinde nasıl bir etki yaratıyor ve izleyicinin farkındalık seviyesini nasıl yükseltiyor? Ve bu etkiyle ne amaçlanıyor?

Bir süre yalnızca karanlık görüyorsunuz. Sonra ansızın, kısacık bir ışık selinin içinde hareketli bir görüntü gözünüze çarpıyor. Sonra yine karanlık.
Görülen görüntü ister istemez aklınıza giriveriyor. İzleyicinin dikkati saniyenin onda biri kadar bir süre son derece yoğunlaşıyor. Bunun tek sebebiyse görüntünün bu kadar kısa süreli, algı eşiğinin hemen üstünde bir noktada belirmesi, ya da görüntü yalnızca bir kesitten ibaretse, bu şekilde “çerçevelenmiş” bir izlenim çok etkili bir şekilde kendini gösteriyor. Daha uzun süreli sergilenecek çeşitli görüntülerden oluşmuş herhangi bir sekanstan muhtemelen daha kuvvetli bir etkisi var.
Vardığımız sonuç:  “Anlık ışık parlaması” sırasında beliren görüntü çok daha güçlü ve hatta manipülatif.
İzleyici görülen görüntüyü daha sonra kendi kendine geliştiriyor. Ama gördüğü ilk görüntü istese de istemese de aklına girmiş oluyor.

Bunun tam karşıtı bir fiziksel olgu ise paradoksal bir şekilde işlev gösteriyor. Çok güçlü bir tezat sayılmaz, daha çok hesaplanmış bir belirsizlik, karanlığın içinde gölgeli bir şey.
İlk başta hiçbir şey göremiyorsunuz.  Bir süre sonra, halen fazla bir şey göremiyorsunuz. Bu çok ilginç ve hatta büyüleyici olabilir. Güçbela görebildiğiniz bir şeyin ne olabileceğini bulmaya çalışmak, anlamaya çalışmak, giderek daha çok hassasiyet kazanmak, ne olduğunu aktif bir şekilde okumaya zorlanmak. Gözlerinizin karanlığa uyumlanması gerekiyor.
Bu şekilde davranmak için gereken “motor gücü” ya da motivasyon: Beklenti, ya da önceden tahmin etme ve varsayma.
İkisi de zaman alıyor. Zamanın geçişi her ikisi için de önemli – “parlama” anı ve de uyumlanan bir gözün yavaşlaması. Skenografi zamanı temel alan bir strateji ve sinemayla ilişkili bir sanat.
Skenografi – en iyi şartlarda – aksiyon dramaturjisini, uzamı ve ışığı bir kompozisyon halinde bir araya getirerek, o en önemli ve en unutulmaz tek bir görüntüyü yaratmaya çalışır. Bu strateji gerilim ve duygulanım yaratmaya da yardımcı olur.
Burada işlevsel anlamda en etkili olan nokta ışığın (ya ada aydınlatılmış görüntünün) hareketidir. Ancak görüntünün “öncesi” ve “sonrası” içine yerleştirilmesi gerekir. – uzamsal bir bağlamı olmalı ve içerikle bağlantılandırılmalıdır.
Şimdi soracağımız soru ise şudur: Ziyaretçi ya da izleyici bağımsız bir dürtüyle hereket edip, sergiyi bir baştan bir başa yürüyüp geçmeye, ya da peşpeşe dizili birkaç odayı yürüyüp geçmeye karar verirse ne olur? Yürürken ya da bakış açınızı an be an değiştirirken “içsel” görüntü nasıl ortaya çıkabilir?
Kiliseler gibi çok yüksek tavanlı olan ve seslerin yankılandığı mekanlar ziyaretçilerine çok küçük oldukları, yalvaran konumunda oldukları, kayıp oldukları hissini verebilirler. Sesleri emen alçak tavanlı mekanlar ise sizi kendi evinizdeymişçesine rahat hissettirebilirler.
Çok parlak bir atmosfer kişiyi teyakkuz haline geçirir, loşlaştırılmış bir ortam ise beklentili bir geri çekilme hali doğurur.
Aşırı uçlardaki durumlar arasındaki hesaplanmış değişimler, çok farklı parlaklık dereceleri arasındaki değişimler hareket halindeki gözlemcinin duyularını keskinleştirir.
İzleyiciye bu durumdayken güçlü ve net “hatıra resimleri” ulaşır – şu yukarılardaki güzel küçük pencere, o merdivenlerdeki masalsı ışık olayı, bu duvarın üzerinde dolaşan ışık. Sofistike bir şekilde programlanmış, izleyicinin hareketleriyle bağlantılı çalışan ve onunla birlikte zaman ve uzam içerisinde yürüyen yapay ışık da aynı etkiyi yaratır.
İnsan algısının fiziksel işlev modlarını bilmek, ışıkla çalışırken son derece fark yaratan ve heyecan verici sanatsal çözümlere ulaşmayı sağlar. Sahne yönetimi ve skenografi, ya da sanat ve mimari, bu bilgiyi çok manipülatif bir şekilde kullanabilir.
İzleyiciler için önemli olan kaçış yollarının olmasıdır. Görüntüleri takip etme, onların ilgi odağı olmalarına izin verme ve onlardan keyif alma seçeneğine, ya da onları umursamama, başka bir yol seçme ve o yoldan gitme özgürlüğüne sahip olmaları önemlidir.

İzleyiciler beyaz yapraklarla örtülü parlak beyaz bir kare görürler, burası güçlü bir söylem için hazırlanmış soyut bir mekandır. Oyunun iki karakteri, ölüm ve çiftçi, karanlık ve parlaklığın sınırında bir yandan ilerlerken, bir yandan da ölüm üzerine felsefi bir tartışma içindedirler. İkisi de hem görünür, hem  de görünmezdir.

Sahne ve de oditoryum bembeyazdır. Tek tek sahneler çok parlak bir ışıkla aydınlatılır. Şaşırtıcı ışık kararmaları ve birkaç saniyelik karanlıklar hiç kimsenin direnç gösteremeyeceği o içsel görüntüleri neredeyse acı verecek yoğunlukta üretir. Karanlık sürerken, oyuncular kostüm ve pozisyon değiştirirler. Bu sırada tamamen görünmez olurlar. Zamanda sıçramalar olur ve yeni bir dekor kurulur.

İnce şeffaf kağıttan beyaz bir perde kurulur ve bu perde iki projektörün dışarı üflediği havayla hareket ederek, adeta nefes alır.
Parlak ve boş bir görüntü belirir. Eski bir sinemadan alınmış 88 sandalye üzerlerine oturulamayacak kadar sıkışık bir düzende yanyana dizilmiştir ve ayaklarının altında çelik yaylar vardır. Sandalyeler bu yaylar sayesinde titrerler ve komik olan hiçbir şey olmadığı halde, izleyicilerin kahkahaya boğulduğu bir oditoryum gibi sarsılırlar.

Siyah mekân biteviye bir aydınlık içindedir. Aktörler tüm performans boyunca gezegenler gibi devir daim halinde dolaşırlar. Önce tek başlarına hareket ederken, daha sonra ters ve kısa cümlelerle birbirlerine bağlanırlar. Altı karartma anıyla parçalara bölünen, tek kelimeler ve cümlelerle koreografisi yapılmış bir mekân. Sonunda mekânın kendisi, algıda meydana gelen hesaplanmış bir bozulmayla, hareket etmeye başlar. Seyirci iki saat boyunca aynı yürüme hareketini izledikten sonra, aktörler durup, oldukları yerde donduklarında, mekân sanki kendi kendine hareket eder.

Mekân, devasa bir kara kutudur ve hafif sisle doldurulmuştur. Üzeri spot ışıklarıyla donatılmış, iki hareketli vinç bomu ışıktan mobil mimariler inşa ederler. Metin mekânı yaratır, mekân metni yaratır – başarılı skenografinin en iyi örneği bu olabilir.

LISBETH SKINDBJERG KRISTENSEN
Circadian Rhythm, Modern Life and The Need For a Balance Of Light and Dark

Rhythm is an integral part of our surroundings: the Earth’s rotation creates re-occurring variations in day and night, changing seasons and the tide’s ebb and flow. Even in our bodies our heartbeat and our breathing has its very own noticeable rhythm.

According to Wikipedia a circadian rhythm is:
”any biological process that displays an endogenous, entrainable oscillation of about 24 hours. These 24-hour rhythms are driven by a circadian clock, and they have been widely observed in plants, animals, fungi, and cyanobacteria… Although circadian rhythms are endogenous (”built-in”, self-sustained), they are adjusted (entrained) to the local environment by external cues called zeitgebers (from German, ”time giver”), which include light, temperature and redox cycles.”

Humans evolved over millennia in pact with the nature surrounding us. Our bodies and eyes developed and adapted to the qualities and variations in natural light. Our circadian rhythm helped us to perform our best during the light of day, and to rest and restitute during the darkness of night - a practical strategy for survival.

Light has long been known to have effects on our bodies other than just enabling us to see, and it is for instance common that newborns are treated for jaundice using light therapy. In the early part of the 20th century rickets was a widespread disease in many large western cities, all due to poor housing conditions and a lacking exposure to daylight. Thus we learned that sunlight on our skin is necessary to aid the vitamin D production, which is vital in keeping our bones and our immune system healthy.

Nevertheless, we mostly think of light as a medium allowing us to see our surroundings. As the Norwegian architect Sverre Fehn so beautifully puts it: “Light is the sound of sight”.

In 2002 researchers found a third photoreceptor in the eye – one that does not contribute to our seeing, but one that sends information directly to our circadian system aiding the balance of, among other things, the hormones melatonin and cortisol. Explained very simply these are the hormones that make us feel sleepy or alert.

Anyone who has travelled long-distance and experienced jet lag knows that it takes time for the body to adjust. You may feel sleepy in the middle of the day; hungry at midnight and wide awake at 4 am. All because you (and your photoreceptors) have not yet been sufficiently exposed to the daylight rhythm of your destination, and therefore your hormones are out of sync with the new time zone.

So why is the discovery of this third photoreceptor so important to consider?

In the late 1800s the invention of the light bulb allowed a drastic change in the way we were able to live and work.
As artificial lighting became common, we gradually forgot how to build proper daylit spaces. Instead a fascination of the new possibilities for creating the “perfect environment” prevailed. We built factories, offices, shops and even schools without windows - all in a desire to obtain an environment free of uncontrollable variations and distractions.
Vision is our primary sense and the visual system has been extensively researched and mapped. Even so, most lighting regulations and building codes are still today based primarily on quantitative electrical lighting requirements for specific visual tasks, in spite of the fact that lighting quality is much more than just illuminance levels.

Luckily, daylight has now widely been recognized as an important aspect of a healthy and pleasant indoor environment, but legislators, architects and planners still have work to do.
Today, society and life-style pose many challenges to our health. We spend much of our day indoors, meaning that we do not receive the daylight needed for us to stay healthy. As a consequence, illnesses such as Seasonal Affective Disorder (SAD) and vitamin D deficiency are common, especially in regions with dark winters, and areas with predominantly overcast weather.

On the other hand, recent research studies indicate that over-exposure to light (especially blue/white light) during the night can also make people ill. Results suggest that the long-term effect of the circadian system being forced out of sync with the diurnal rhythm, e.g. by shift-work, may contribute to health problems such as cardiovascular disease, diabetes, sleep disorders, gastro-intestinal disorders and possibly even cancer.

Many cities are now so highly illuminated that the night has been turned off, so to speak. Night-time illumination levels in the centers of major cities like New York, London, Shanghai and Tokyo are in some places so high that it feels like an overcast day. Besides from these cities’ light polluting the night sky, it is a real problem for people living there, who often have little or no control over how much light trespasses into their dwellings.

Furthermore, our growing relationship with social media and on-line entertainment means that we voluntarily spend a lot of our free time in front of brightly illuminated screens – even late at night. It is actually possible to install an app that removes the blue light component from the screen, but you have to do it yourself. One could hope that all tablets, computers and mobile phones in the future would automatically switch to “night mode” after e.g. 8 pm. in order to support our circadian rhythm.

So the paradox is, that during the day we need to be exposed to as much (day)light as possible, while during the night we need sufficient darkness for the circadian system to reset and the body to restitute. Unfortunately we have created an environment that supports this very poorly.

What could we do to change this?

We could optimize the use of daylight in our buildings and not be afraid to embrace its variations (there are possible energy savings as an added bonus).
If daylight is not available, we could create lighting environments that are inspired by the qualities of natural light, i.e. its variations in color and intensity. The tools are already there, and more and more lighting manufacturers are acknowledging this by developing smart lighting systems.

We could control urban lighting and allow some darkness. We need sensible strategies that prevent light trespassing and over-illumination. We need lighting levels that are adjusted to the surroundings and to the area’s level of activity. Safety is always an issue in the urban nightscape, but the fact is that one is actually able to see quite well even at low illuminance levels as long as the visual environment is well balanced and glare free.

To sum up, we (lighting professionals and architects, urban planners and politicians) need to take the information from the latest research into light’s effects on the human body seriously. It is a fact that the work we do can affect people’s health.

We must respect that we are all part and product of nature.

LISBETH SKINDBJERG KRISTENSEN
Sirkadiyen Ritim, Modern Hayat ve Işıkla Karanlık Arasındaki Dengeye Duyulan İhtiyaç

Ritim çevremizin ayrılmaz bir parçasıdır: Dünyanın rotasyonu gündüz ve gecede, değişen mevsimlerde ve akıntıların gel gitinde tekrar tekrar meydana gelen varyasyonlar yaratır. Bedenlerimizde bile nabzımız ve nefesimizin kendilerine ait farkedilir bir ritmi vardır.
Vikipedi’ye göre sirkadiyen ritmin açıklaması:
“Endojen ve dış uyarımlara açık 24 saatlik döngüler sergileyen bir biyolojik süreçtir. Bu 24 saatlik ritim sirkadiyen bir saat üzerinden işler ve bitkilerde, hayvanlarda, mantarlarda ve siyanobakterilerde gözlemlenmiştir. Sirkadiyen ritim endojen (iç kaynaklı, iç oluşlu) olsa da, zeitgeber (Almanca zeit=zaman, geber=verici) denilen, ışık, sıcaklık ve redoks gibi harici sinyallerle içinde bulunduğu ortama uyum sağlar.”
İnsanoğlu etrafını çevreleyen doğayla yaptığı bir sözleşme dahilinde binlerce yıldır evrilmektedir. Bedenlerimiz ve gözlerimiz doğal ışığın özelliklerine ve gösterdiği değişimlere göre gelişti ve uyumlandı. Sirkadiyen ritmimiz gündüz ışığında en iyi performansımızı göstermemize, ve gecenin karanlığında dinlenip, yeniden güç toplamamıza yardımcı oldu. Hayatta kalma amaçlı, pratik bir stratejiydi bu.
Işığın yalnızca görmemizi sağlamanın ötesinde bedenlerimiz üzerinde etkileri olduğu uzun zamandır biliniyor, ve örneğin yeni doğan bebeklerde sarılık ışık terapisiyle tedavi ediliyor. 20nci yüzyılın ilk yarısında Batı’daki bir çok kentte raşitizm yaygın bir hastalıktı çünkü kötü barınma şartları vardı ve yeterince gün ışığı alınmıyordu. Dolayısıyla kemiklerimizin ve bağışıklık sistemimizin sağlığını koruma açısından kritik öneme sahip olan D vitaminin üretimi için, tenimizin güneş ışığına maruz kalması gerektiğini öğrendik.
Ancak yine de, ışığı daha çok çevremizi görmeme izin veren bir araç olarak düşünüyoruz. Norveçli mimar Sverre Fehn’in çok güzel ifade ettiği gibi: “Işık, görmenin sesidir”.
2002’de araştırmacılar göz içinde üçüncü bir fotoreseptör buldular. Görmemize katkıda bulunmayan ama sirkadiyen sistemimize doğrudan mesaj göndererek diğer başka şeylerin yanında melatonin ve kortizol hormonlarının dengelenmesine yardımcı oluyordu. Çok basitçe açıklamak gerekirse, bunlar bizi uykulu veya uyanık yapan hormonlardır.
Uzun mesafe yolculuk yapmış ve jetlag yaşamış herkes bilir ki bedenin kendini uyumlaması zaman alır. Gün ortasında uykunuz gelebilir; geceyarısı karnınız acıkabilir ve sabahın dördünde cin gibi uyanık olabilirsiniz. Bunun sebebi sizin ve (fotoreseptörlerinizin) gittiğiniz yerin gün ışığı ritmine yeterince maruz kalmamış olmanız ve dolayısıyla hormonlarınızın yeni zaman dilimine senkronizasyon sağlamamış olmasıdır.
Peki bu üçüncü fotoreseptörün keşfi neden bu kadar önemli?
1800’lerin sonlarına doğru elektrik ampulünün icadı yaşama ve çalışma biçimimizde radikal değişimlere yol açtı. Yapay ışıklandırma yaygınlaştıkça, gün ışığıyla aydınlanan yerleri nasıl inşa ettiğimizi yavaş yavaş unuttuk. Onun yerine, “mükemmel ortamı” oluşturma yolundaki yeni olanaklar bizi büyülemeye başladı. Pencereleri olmayan fabrikalar, ofisler, dükkanlar ve hatta okullar inşa ettik – hepsi de kontrol edilemeyen varyasyonlar ve dikkat dağıcı etmenlerden bağımsız bir ortam elde etme arzusundan kaynaklanıyordu.
Görme bizim en birinci duyumuzdur ve görsel sistem çok kapsamlı bir araştırmaya tabi tutulmuş ve ayrıntılı bir haritası çıkarılmıştır. Öyle bile olsa, bugün hala aydınlatma yönetmelikleri ve bina kodlarının çoğu belli görsel ödevler için niceliksel elektrikli aydınlatma gerekliliklerine dayanmaktadır. Halbuki aydınlatma kalitesi ışığın yoğunluk seviyesinden ibaret değildir. 
Neyse ki, şimdi artık gün ışığı sağlıklı ve keyifli bir iç mekan ortamının önemli bir unsuru olarak geniş çapta kabul görüyor. Ancak yasa koyucuların, mimarların ve planlamacıların yapmaları gereken daha çok iş var.
Günümüzde, toplum ve yaşam biçimimiz sağlığımızı zorlayan etmenler haline geldiler. Günümüzün büyük bir kısmını iç mekanlarda geçiriyoruz, yani sağlığımızı korumak için ihtiyacımız olan gün ışığını yeterince almıyoruz. Bunun sonucunda Mevsimsel Depresyon hastalığı ve vitamin eksikliği çok yaygınlaştı. Özellikle kara kışlar ve kapalı havaların daha sıklıkla yaşandığı bölgeler için bu daha çok geçerli.
Öte yandan, son zamanlarda gerçekleştirilen araştırmalar geceleri fazla ışığa (özellikle mavi/beyaz ışığa) maruz kalmanın insanları hasta edebileceğine işaret ediyor. Ortaya çıkan sonuçlara göre, sirkadiyen sistemin gündüzcü ritimle senkronizasyonunun - örneğin vardiyalı işler yüzünden - zorla bozulması, kardiyovasküler rahatsızlıklar, diyabet, uyku bozuklukları ve sindirim sistemi bozuklukları ve hatta kanser gibi sağlık sorunlarına sebep olabiliyor.
Şimdi artık bir çok şehir o kadar yüksek seviyede aydınlatılıyor ki, deyim yerindeyse gece adeta “kapatıldı”. New York, Londra, Şangay, Tokyo gibi büyük şehirlerin merkezlerindeki gece aydınlatması o kadar yoğun ki, insana geceden çok, bulutlu bir gün hissi hakim oluyor. Bu şehirlerin ışığının gece göğünü kirletmesinin yanında, orada yaşayan insanlar için bu gerçek bir sorun oluşturuyor çünkü oturdukları konutlara ne kadar ışık gireceği üzerinde neredeyse hiç söz hakları yok.
Üstelik sosyal medya ve internetin sunduğu başka eğlencelerle giderek sıkılaşan ilişkimiz bizi – gece geç vakitlerde dahi - ışıl ışıl parlayan ekranların önünde gönül rızasıyla oturmaya yöneltiyor. Aslında ekrandan mavi ışığı kaldıran bir bir uygulama yüklemek mümkün ama bunu kendiniz yapmanız gerekiyor. Bir gün tüm tabletlerin, bilgisayarların ve cep telefonlarının örneğin akşam saat sekizden sonra, sirkadiyen ritimi desteklemek için otomatikman “gece modu”na geçmelerini şu an ancak umut edebiliriz.
Yani paradoks şu ki: gün boyunca mümkün olduğunca fazla gün ışığına maruz kalmamız gerekirken, geceleri sirkadiyen sistemin sıfırlanması ve bedenin yeniden canlanmak üzere güç toplaması için karanlığa ihtiyaç duyuyoruz. Ancak ne yazık ki, bunu desteklemek konusunda başarısız bir ortam yarattık.
Peki bunu değiştirmek için ne yapabiliriz?
Binalarımızda gün ışığı kullanımını optimize edebilir ve varyasyonlarını benimsemekten korkmayabiliriz; karşılığında ödül olarak olası enerji tasarrufu da söz konusu!
Gün ışığına erişemiyorsak, doğal ışığın niteliklerinden – örneğin renk ve yoğunluk varyasyonlarından - ilham alan aydınlatma ortamları yaratabiliriz. Bunun için gerekli tüm araçlara halihazırda sahibiz, ve giderek daha çok sayıda aydınlatma imalatçısı akıllı aydınlatma sistemleri geliştirerek bunun bilincinde olduklarını kabul ediyorlar.
Kent aydınlatmasını kontrol edebilir ve birazcık karanlığa izin verebiliriz. Işığın mekan sınırlarını izinsizce  aşmasını ve aşırı aydınlatmayı engelleyen stratejilere ihtiyacımız var. Çevreye ve bölgenin aktivite seviyesine göre ayarlanabilen aydınlatma seviyelerine ihtiyacımız var. Kent coğrafyasında güvenlik daima geçerli bir mesele ama gerçek şu ki, görsel ortam dengeli olduğu ve göz kamaştırıcı unsurlar içermediği sürece, düşük aydınlatma seviyelerinde de gayet iyi görmek mümkün.
Özetlemek gerekirse, bizler (aydınlatma profesyonelleri ve mimarlar, kentsel planlamacılar ve siyasetçiler) ışığın insan bedeni üzerindeki  etkilerine dair en son yapılan araştırmaların bulgularını ciddiye almalıyız. Yaptığımız iş insanların sağlığını etkileyebiliyor ve bu bir gerçek.
Hepimizin tabiatın bir parçası ve ürünüyüz. Buna saygı duymalıyız.

 

NEVZAT SAYIN
Tut ki gecedir *

Aydınlatma ile ilgili bir konu, kafamda şöyle bir soruyu getiriyor: “Gecenin gece olduğunu unutmadan, her şeyi gece kulübü kıvamına getirmeden, her yapıyı ya da açık alanı amacını ve anlamı akılda tutarak, sürekli bir karnavalda kendimizden geçmediğimizi birbirimize hatırlatarak aydınlatma yapmak mümkün mü?”
Kapalı alanların nasıl aydınlatıldığı – eğer oraya gitme zorunluluğumuz yoksa- bu alanların kullanıcılarının kendilerinin bileceği bir iş; ama açık alanların ve yapıların dış yüzlerinin nasıl aydınlatılacağı bizi de ilgilendiren bir iş. Alışveriş merkezlerinin abartılı çığırtkan ışığı bütün şehri etkilemiş görünüyor ve şehir tanınmaz hale geliyor. Sürekli yüksek sesle sevmediğimiz bir şarkıyı dinlemek zorunda kalmanız gibi bir şey. Üstelik iyi şarkı söyleyemeyen birinin sesinden… Bütün şehirlerde az çok aynı sorun var. İstanbul örneği üzerinden düşünelim. İstiklal Caddesi ya da Nişantaşı gibi merkezlerin aydınlatmasıyla köprülerin; köprülerle Kuleli Askeri Lisesi’nin; Askeri Lise’yle Süleymaniye Camii’nin, Süleymaniye Camii ile Çırağan Oteli’nin aydınlatmalarında aynı yol izlenebilir mi? Böyle arka arkaya sorulunca bu soruya hemen herkes “hayır” der; ama yapılan tam olarak bu. Çevre yollarında yapılan tuhaf yeşil duvarların, Boğaz’da gezinen eğlence teknelerinin Gökkafes’in ve Hilton Oteli’nin hortum ışıklarını da ekleyince en hafif deyimiyle kitsch bir durum çıkıyor ortaya. Noktasal olduğunda bile çekilmez olanın boyutu kentsel ölçeğe çıkınca ise işkenceye dönüşüyor. Oysa Dolmabahçe Sarayı’nın deniz cephesinin aydınlatması gibi çok iyi bir örnek de var bütün bu tuhaflıkların arasında…
Söylediğim şeylerin kocaman sorunlarla başı dertte bir ülkede çok önemsiz ve şimdi sırası olmayan sorunlardan olduğu söylenebilir; ama unutmamak gerekir ki bunların bir öncelik sırası yok. Hatta denebilir ki bu ayrıntılar için yeterince özen gösterilmediğinden sonunda hiçbir şey için özen göstermez oluyoruz. Gülten Akın’ın dizesiyle “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” Belki durup bu ince şeyleri anlamak için bir tekneye binip, denizden Dolmabahçe Sarayı’na bakmalı.

*Attila İlhan

NEVZAT SAYIN
Just imagine it’s nighttime*

When it comes to the subject of lighting, there springs a question in my mind: “Is it possible to do lighting without forgetting that nighttime is nighttime, without turning everything into a night club, and bearing in mind the purpose and meaning behind each structure or open space, reminding each other that we are not constantly overcome with ecstasy inside a perpetual carnival?”
The lighting of enclosed spaces – unless you are obliged to go there – is the sole business of people who use those spaces; but the lighting of open spaces and façades is our business also. The exaggerated, screaming lights of shopping centers seems to have affected the entire city which is fast becoming a strange entity beyond recognition. It’s like having to listen to an unfavoured song not just constantly but also at full volume. And from someone who can’t sing. All cities suffer the same problem to a greater or lesser extent. But let us take Istanbul as our example here. Is it appropriate to apply the same lighting style used in Istiklal Street or Nişantaşı to the bridges, or the one on the bridges to the Kuleli Military School, or the one on the Military School to the Suleymaniye Mosque, or the one on the Mosque to the Ciragan Palace? When asked in succession like this, the unanimous answer will naturally be a resounding “No!”. But this is exactly what’s done in Istanbul. When we add on top of all this, the hose lights of entertainment boats cruising the Bosphorus, Süzer Plaza (a.k.a Sky Cage), and Hilton Hotel, we have a very kitsch scene before us, to say the very least. What’s hardly endurable on even a small scale, becomes torturous on the urban scale. Having said that, it is worth mentioning the lighting design on the seaward facing exterior of Dolmabahçe Palace as an exception to the rule.
One might argue that this topic is rather irrelevant and insignificant when compared to all the other problems and challenges our country is currently facing. But when it comes to such matters, prioritizing in this way doesn’t make much sense. In fact, it is precisely because we don’t care about these details that we end up caring for nothing at all. Just like the poet Gülten Akın puts it: “Alas, nobody has the time / To stop and comprehend the subtleties”. Perhaps in order to comprehend these subtleties, one must get on a boat and enjoy from the sea the beautiful view of Dolmabahçe Palace.

*Attila İlhan

 

 

ŞEBNEM GEMALMAZ
Everything is Illuminated

“If all insects on earth disappeared within 50 years all life on earth would end. If all human beings disappeared from the earth within 50 years all forms of life would flourish” Jonas Salk
Nowadays, lighting is an inevitable part of cities. Remarkably, image and identity are the basic concerns that the authorities focus on to show their cities’ uniqueness. In this context urban lighting is the basic tool to reveal the identities. Now, we could clearly say that lighting has become a necessity for our nocturnal cities.
However, we are only beginning to learn what a radical effect artificial light has had on nocturnal ecology. Now, cities are hundreds; or even thousands of times brighter than they were 200 years ago.
Before coming that close to what lighting means for our contemporary lifes, it is worth extracting Alfred Holden’s description about the change of artificial light in American cities, parallel to the revolution of electric lighting, to understand how it has been shaped in years.
Lighting has been shifting from novelty to amenity to necessity through the history.[1] The statement is extremely strong. Probably, we could find the traces about the novelty part of light in the Medieval or Baroque Era. It might refer the mysterious dark Medieval City atmosphere with people holding torches. The prescription in Paris from 1380 had forced people to lock their individual houses and not allowed them to be outside during the night.[2] It is obvious that there was a strict line between outside and inside, the line between the fear and the peace. Only the one who was carrying a torch was allowed to be out; the one which is exposed towards the authority.
Then, during 17th century, Baroque Era, light had become a part of spectacular Royal Festivals; candles, flames and torches served as the markers of the fascinating garden decoration. Light, beyond functioning to illuminate the city, was a tool to demonstrate power and showed the clear distinctions between the authority and the others, reminding citizens who ruled the city by showing who lit the streets.
By the invention of electricity, late 19th and 20th century, lighting has become the one that we are talking about recently. Yet, of course it was not easy to say that light had more beyond giving functional solutions for the cities. The real breakthrough about urban lighting is dating back just around 1980’s, and especially, merely after 1990’s, it has turned out to be a necessity for modern cities. Following the building industry, steel structures, glass towers started to shine like diamonds proudly by cities.
20th, 21st centuries are the eras which witness the disappearance of stars. Lit monuments and shining outdoor environments underline another dimension in the field of lighting. While cities they sparkle, the ecological issues come up. Now we need to be much more aware of that the outcome of an artificial lighting impacts every
Living thing in the city; not only people who consciously see it or feel it.
Recently, the concept of urban lighting contains various new terms/approaches in it. We have been talking about smart lighting, green solutions, reducing carbon emission, localities, cost and energy management.
Depending on the light intensity, color spectrum and the timing and duration of illumination each artificial light source can sometimes negative consequences on light- sensitive organisms, including us. The few scientific studies on this issue relate primarily to the effects on, migratory birds, insects and occasionally other organisms.
Considering that around 30 percent of all vertebrates and more than 60 percent of all invertebrates are nocturnal, it is obvious that lighting radically reshapes their nighttime environment by turning night into day. Nocturnal animals sleep during the day and active during the night. [3]
Birds, for instance, are migrating or chasing for food at night navigated by moonlight and starlight. Needlessly illuminated buildings in cities can cause them become disoriented towards the dangerous nighttime landscapes of cities, ending with millions of them die every year.
For insects, artificial light creates a fatal attraction. Insects perceive artificial light sources as moon and it can kill them. When they are out of their natural habitat, it does negatively impact on all species that rely on insects for food and pollination. Insects are the bottom of the food chain. If they disappear which means they are no longer as food for fish and birds. We can come up with other examples about the negative effects of artificial lighting on living creatures.
All in all, through this shift now we should be more aware of ecological impacts of light. Light is not novelty anymore; it is more than necessity. Thanks to technological developments and the scientific awareness in the field of lighting design; there is a big opportunity for us, lighting designers, to create proper nocturnal images in respect with all the nocturnal creatures. It is time to consider ecological cost as well as creating charming nocturnal spaces for us.
[1] Alfred Holden, “Lighting the Night: Technology, Urban Life and the Evolution of Street Lighting”  Places Journal, 8:2, 1992, College of Environmental Design, UC Berkeley
[2] Wolfgang Schivelbusch, “Nightfall Fear in the Streets”, Sense of the City: An Alternate Approach To Urbanism, 65, , 2005, Canadian Centre for Architecture = Centre canadien d'architecture
[3] Franz Hölker, The urgent need for transdisciplinary research on light pollution –from “Verlust der Nacht” to “LoNNe”, ALAN 2013 First International Conference on Artificial Light at Night. www.darkskysociety.org/

ŞEBNEM GEMALMAZ
Her Şey Aydınlatılmış

“Şayet 50 yıl içinde bütün böcekler yeryüzünden silinseydi, dünya üzerindeki tüm yaşam sona ererdi. Eğer 50 yıl içinde, insanlar yeryüzünden silinseydi, tüm yaşam formları serpilirdi.” Jonas Salk

Günümüzde aydınlatma şehirlerin kaçınılmaz bir parçası. Otoritelerin şehirlerinin eşsizliğini göstermek için odaklandıkları temel konuların görüntü ve kimlik olmasıysa oldukça dikkate değer bir durum. Bu bağlamda kentsel aydınlatma, kimlikleri ortaya sermek için kullanılan en temel araç. Şimdi artık aydınlatmanın gece hareketlenen şehirler için bir gereklilik haline geldiğini söyleyebiliriz.
Ancak  yapay aydınlatmanın gececil ekoloji üzerinde ne denli radikal bir etki yaratmış olduğunu ancak şimdi öğreniyoruz. Artık şehirler 200 yıl önce olduklarından yüzlerce, binlerce kez daha aydınlıklar.
Aydınlatmanın çağdaş yaşamlarımız için ne anlama geldiği konusuna bu kadar yaklaşmadan önce, yıllar içinde nasıl şekillenmiş olduğunu anlayabilmek için Alfred Holden’ın Amerikan şehirlerinde yapay ışığın, elektrikli aydınlatma devrimine paralel olarak, nasıl değiştiğine dair açıklamalarına değinmekte fayda var.
Aydınlatma tarih boyunca yenilikten, konfora ve sonra da gerekliliğe doğru taşındığı bir süreç izlemiştir. Bu çok güçlü bir önerme. Işığın yenilik olması kısmına dair izleri muhtemelen Orta Çağ’da ya da Barok dönemde bulabiliriz. İnsanların ellerinde meşalelerle dolaştıkları esrarengiz Orta Çağ Şehri atmosferine gönderme yapılıyor olabilir. 1380 yılında Paris’te yürürlükte olan bir yasa insanları evlerinin kapılarını kilitlemeye zorluyor, geceleri dışarı çıkmalarına izin vermiyordu. Şurası açıkça anlaşılıyor ki, dışarısı ve içerisi arasında, korku ve huzur arasında çok kesin bir çizgi vardı. Yalnızca meşale taşıyan, yani otoriteye karşı kendini ifşa eden kişinin dışarıda olmasına izin vardı. 
Sonra 17nci yüzyılda, yani Barok Çağ süresince, ışık görkemli Kraliyet Festivallerinin bir parçası haline geldi. Mumlar, alevler ve meşalaler büyüleyici bahçe dekorasyonlarının işaretleri olarak işlev görüyorladı. Işık, şehri aydınlatmanın ötesinde,  güç sergilemenin bir yoluydu ve otorite ile başkaları arasındaki açık farklar böylece ortaya koyuluyordu. Vatandaşlara sokakları kimin aydınlattığı gösterilerek, şehri kimin yönettiği de gösterilmiş oluyordu.
19ncu yüzyılın sonları ve 20nci yüzyılın başlarında elektriğin icadıyla, aydınlatma son zamanlarda konuştuğumuz şey haline geldi. Yine de ışığın şehirlere işlevsel çözümler sunmaktan daha fazlasını yaptığını söyleyemeyiz. Şehir aydınlatmasında yaşanan dönüm noktası 1980’ler civarına rastlıyor. Özellikle 1990’lardan sonra modern şehirler için bir gereklilik olduğu anlaşıldı. İnşaat sanayiinin izinde, çelik yapılar ve cam kuleler şehirlerin gururla sergilediği elmaslar gibi parıldamaya başladılar.
20nci ve 21nci yüzyıl yıldızların ortadan kayboluşuna tanıklık eden çağlardı. Işıklandırılmış anıtlar ve parıltılı dış mekân ortamları aydınlatma alanında başka bir boyutun altını çizdiler. Şehirler ışıl ışıl parıldarken, bir yandan da ekolojik meseleler ortaya çıkmaya başladı. Artık yapay aydınlatmanın sonuçlarının, şehirde yaşayan her şeyi, yalnızca onu bilinçli bir şekilde görüp duyanları değil, her canlı varlığı etkilediğinin daha çok farkında olmamız gereken bir dönemdeyiz.
Son zamanlarda kentsel aydınlatma konsepti içinde yeni terimler ve yaklaşımlar barındırmaya başladı. Akıllı aydınlatma, yeşil çözümler, karbon salınımının azaltılması, yöresellikler, maliyet ve enerji yönetimi gibi konulardan bahseder olduk.
Işık yoğunluğu, renk yelpazesi, ve aydınlatmanın zamanlaması ve süresi gibi faktörlere bağlı olarak, her yapay ışık kaynağı bazen biz dahil tüm ışığa duyarlı organizmalar üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir.  Konuya dair yapılmış az sayıda bilimsel çalışma daha çok göçmen kuşlar, böcekler ve ara sıra da başka organizmalar üzerine eğiliyor.
Tüm omurgalı canlıların yüzde 30’u ve omurgasızların yüzde 60’ı gececildir. Aydınlatma geceyi gündüze çevirerek, bu canlıların gece ortamlarını radikal bir şekilde yeniden biçimlendirmektedir. Oysa gececil hayvanlar gündüzleri uyur, geceleri aktifleşirler.
Örneğin kuşlar, ay ve yıldızların ışığıyla yönlerini tayin ederek, geceleri göçerler ya da avlanmaya çıkarlar. Şehirlerde gereksizce aydınlatılmış binalar onların yönlerini şaşırıp, kentlerin tehlikeli gece coğrafyalarına doğru çekilmelerine yol açabilir. Bu şekilde her yıl milyonlarca kuş ölüyor.
Böcekler içinse yapay ışık ölümcül bir cazibe kaynağı oluşturuyor. Böcekler yapay ışık kaynaklarını ay gibi algılıyorlar ve bu da onları öldürebiliyor. Doğal habitatlarının dışına çıktıkları zaman, beslenme ve polenleşme için böceklere ihtiyaç duyan tüm canlı türleri üzerinde bunun olumsuz sonuçları oluyor. Böcekler yiyecek zincirinin en alttaki halkasıdır. Şayet onlar ortadan kaybolurlarsa, balıklar ve kuşlar beslenemezler. Yapay aydınlatmanın canlılar üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koyan başka örnekler de bulmak mümkün.
Sonuçta, bu yeni dönüm noktasından geçerken, ışığın ekolojik etkileri konusunda daha bilinçli olmalıyız. Işık artık bir yenilik değil; ve gereklilikten de fazlası. Aydınlatma tasarımı alanında kaydedilen teknolojik gelişmeler ve ulaşılan bilimsel farkındalık sayesinde, biz aydınlatma tasarımcılarının değerlendirebileceği  büyük bir fırsat ortaya çıktı. Gececil yaratıkları düşünerek, geceye özgü görüntüler oluşturabiliriz. Ekolojik maliyetleri dikkate alırken, bir yandan da kendimiz için geceye ait cazip mekânlar yaratmanın vakti geldi.

 

SELAHATTİN TÜYSÜZ
Bizans Başkentinde Geleneksel İnşaat Tekniklerinin İç Mekandaki Doğal Işık Oluşumuna  Etkileri

İstanbul’un yerleşim tarihi Neolitik çağa kadar uzansa da kent olarak anılması Megaralıların kralı Byzas tarafından Byzantion’un kurulmasıyla başlar. M.S. 328 yılında Roma İmparatorluğunun başkentine ev sahipliği yapmaya başlayan tarihi yarımada, kuşatmalar, yangınlar, depremler, halk ayaklanmaları ve son olarak modern dönemde geniş yollar açma bahanesiyle büyük yıkımlara uğradığı için inceleme yapılabilecek erken dönem yapıların sayısı kısıtlı kalmıştır.
Geleneksel malzeme kullanımını daha somut yorumlayabilmek için yapı bütünlüğünü koruyabilmiş örnekleri incelemek  gerekir. Günümüze bu durumda ulaşan sivil mimari örnekleri olmadığı için ayakta kalan Bizans ibadethaneleri en eski örnekler olarak ele alınmalıdır. Bu yapı grubu Osmanlıların şehri fethetmesinden sonra Fener’deki Moukhliotissa kilisesi haricinde devlet adamları tarafından vakfedilip cami, okul, dergah, imarethane ve silah deposuna dönüştürülerek korunmaları sağlanmıştır. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde yapılan tadilat çalışmaları orijinal durumlarında bazı farklılıklara yol açmış olsa da elde edilen bulgular geleneksel yapı malzemelerinin üretimi ve kullanımının yanısıra iç mekana doğal ışığın nasıl sağlandığı hakkında sağlıklı bilgilere ulaşmamızı sağlar.
5.yy ile 14.yy arasında inşa edilen bu kiliselerin planları farklılıklar gösterse de kullanılan tuğla, kiremit, harç, taşın yanısıra eski dönem yapılarından elde edilen devşirme malzemeler ve doğal aydınlatmayı sağlayan pencere camları üretim ve kullanım açısından benzerlik gösterir.
Başkentte tuğla ocaklarının şehrin dışında ya da daha az kalabalık bölgelerinde bulunduğuna dair bilgiler vardır. Tuğla yapımında Roma dönemi geleneklerine bağlı kalınmıştır. Çıkarılan kil öğütüldükten sonra su katılarak yoğurulmuş ve metal veya ahşap kalıplara yerleştirilerek düzleştirilmiş kum yüzeyin üzerinde bir gün ila bir hafta arasında kurutulup ocaklarda pişmeye hazır hale getirilmiştir. Pişirme işleminden sonra bir hafta boyunca soğuması beklenen ocaktan çıkarılan tuğlaların genişlikleri 32-36 cm2, yüksekliği ise 3,5-5 cm ölçülerindedir.
Bizans yapılarında kullanılan Horasan harcı, kireç taşının ısıtılarak kalsine olması sonucu ortaya çıkan kalsiyum oksidin söndürülmesi esnasında eklenen kırık tuğla gibi malzemeler sayesinde dayanaklılığı artan turuncu renkli bir harç çeşididir. Söndürüldükten sonra en az üç yıl bekletilerek direnci arttırılan bu harçların Ayasofya’nın kubbesi incelenmesi esnasında aynı dönemde Batı’da kullanılanlardan çok daha sağlam olduğu ortaya çıkmıştır.
Dış cephelerde sıkça görülen küfeki taşı şehrin batısında eski adıyla Hebdemon olan Bakırköy’den Sefaköy’e uzanan taş ocaklarından çıkarılırdı. Marmara bölgesinin taş çeşidinin sınırlı olmasından dolayı kiliselerin iç mekan süslemelerinde kullanılan dekoratif mermerler ve kolonlar farklı bölgelerden ithal edilerek ya da daha eski tarihli yapılardan devşirilerek kiliselere eklenmiştir.
Zorluğundan dolayı ancak ufak boyutlarda üretilen camlar ahşap, kurşun, mermer ve alçı çerçeveler içine yerleştiriliyordu. Günümüze ulaşan kilise pencereleri süreç içerisinde değişikliklere uğradığından orijinal çerçeveler hakkındaki bilgiyi ancak kazılardan elde edebiliyoruz. Fenari İsa ve Fethiye Camii kazılarında genişlikleri 10-20 cm arasında değişen kare, yuvarlak ve üçgen cam parçalarının oturduğu mermer ve alçı pencere kasaları bulunmuştur. Bu kalıntılar camın pencere kasası içinde çok küçük bir yüzey kapladığı sonucunu ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla bu yapıların günümüzdeki doğal ışık miktarı ile orijinal hali arasında bir fark olduğu bilinmelidir. İç mekan aydınlatmasına dair bir diğer önemli buluntu ise Zeyrek ve Kariye camilerinde bulunan dekoratif ve figüratif vitray parçalarıdır. Batı etkisinde kalınarak yapıldığı anlaşılan bu vitrayların 12.yy başlarında yerel kum kullanılarak yapıldığı düşünülmektedir.
İmparatorluğun zayıflaması neticesinde büyük ölçekli yeni yapılar yerini var olan kiliseleri genişleten ek binalara ve devşirme malzemeler kullanılarak inşa edilen daha ufak boyutlu yapılara bırakmıştır. Farklı plan tiplerinin uygulandığı bu yapılarda ağırlıklı olarak yunan haç plan şemasını görürüz. Hirami Ahmet Paşa Camii, Eski İmaret Camii, Kalenderhane Camii, Fenari İsa Camii Kuzey yapısı, Bodrum Cami, Vefa Kilise camii, Atik Mustafa Paşa camii, Gül Camii, Fethiye Camii güney yapısı, Zeyrek Camii kuzey ve güney yapıları ve Aya İrini’de rastlanılan bu plan tipinin yanısıra, Kocamustafa Paşa Camii, Fenari İsa cami güney yapısı ve Fethiye camii kuzey yapısında dehlizli plan tipini, Moukhliotissa Kilisesi’nde yonca yapraklı plan tipini, Küçük Ayasofya Camiinde merkezi plan tipini, Ayasofya’da kubbeli bazilika planını görürüz. Ayrıca tek neften oluşan Manastır mescidi, Kasım Ağa Mescidi ve Kefevi Mescidi ile sekizgen forma sahip olan Şeyh Süleyman Mescidi ve Sancaktar Hayrettin Mescitlerinin gerçek işlevleri saptanmamış olsa da çevre manastırların ek binaları olduğu düşünülmektedir. İç mekanlara doğal ışık sağlanması için açılan boşluklar plan şemalarına göre konumlandırılmıştır. Yunan haç plan şemalı yapılarda Naos adı verilen ana mekanın aydınlatılması, planın haç kollarına denk gelen duvarlara açılan,  genelde 3 kemere yerleşen ve iki ila üç farklı yükseklikte tekrarlanan pencere boşluklarından sağlanmaktadır. Ana mekanın üstünü örten kubbeler kasnaklı olarak tasarlanmış olup çevresinde 6, 8, 12 veya 16 pencerenin yerleştirildiği örneklerden oluşmuştur. Bemayı oluşturan kısımlardan köşedeki pastaforion odaları absislerine yerleştirilen birer kemer boşluğuna ve ek olarak yan duvarlara konulan pencerelerden aydınlatılmıştır. Ana absis genelde 3 kemere yerleştirilen boşluklara sahip olsa da bazı örneklerde geniş bir kemer içine yerleştirilen pencereleri görmek mümkündür. Haç planın köşelerine denk gelen odalar bir ya da iki farklı yükseklikte yan duvarlarına açılan birer pencere boşluğuna sahiptir. Kiliselerde son cemaat yerlerini  oluşturan iç ve dış narteksler ise genel olarak yan duvarlarına açılan boşlukların yanı sıra narteksi oluşturan tonoz bölmelerinin her birine denk gelecek şekilde dış duvarlara yerleştirilen boşluklardan aydınlatılmıştır. Nartekslerde görülen bir diğer detay ise Vefa Kilise Camii, Kariye Camii ve Zeyrek Camii’de karşımıza çıkan 8 ve 12 pencere boşluğuna sahip kasnaklı kubbelerdir.  Dehlizli plana sahip yapıların açıklıkları haç planlı kiliselere benzerlik gösterir. Naos kasnaklara yerleştirilmiş 8 ila 12 boşluk sayesinde aydınlatılırken, bemalarında tekli ve üçlü kemerlere yerleştirilen penceler bulunur. İlk dönem yapılarından merkezi plan şemalı Küçük Ayasofya Camiinin kubbesinde 8 açıklık ana mekana ışığın eşit olarak dağılmasını sağlarken, üç yüzeyden oluşan ana absisin her bir yüzeyi 3 farklı seviyede açıklıklara sahiptir. Yine yapının kuzey ve güney duvarları boyunca osmanlı döneminde formlarının değiştirildiği belli olan pencereler naosu çevreleyen koridorun ve üst kattaki galerinin aydınlatılmasını sağlar. Günümüze kadar kilise olarak kalabilmiş tek yapı olan Moukhliotissa Kilisesi ise iç mekanı en karanlık olan yapı olarak karşımıza çıkar, yonca planın merkezini örten kasnaklı kubbedeki ufak açıklıklar ve orijinal binanın yan cephesinde bulunan pencere doğal ışığın çok az hissedilmesine neden olur. Bizans döneminden günümüze ulaşan en ihtişamlı yapı olan Ayasofya’nın iç mekanı ana kubbeye yerleştirilen 40 pencere boşluğunun yanı sıra hem yarım kubbelere hem de bu yarım kubbeleri destekleyen ufak yarım kubbelere yerleştirilen 5’li pencere sırası sayesinde aydınlanır.  Ayrıca kuzey ve güneydeki merkez kemerlere yerleştirilen üst sıradaki 5 alt sıradaki 7 pencere boşluğu naosun muazzam bir şekilde algılanmasını sağlar. Zemin ve üst kattaki galeri boyunca dış duvarlardaki kemerlere yerleştirilen açıklıklar ise kolonlar ve dış duvar arasında kalan mekanların ve narteksin ışık ihtiyacını karşılar. Günümüze ulaşan ama asıl işlevleri kesin olarak belirlenemeyen manastır ek yapılarında ise tek nefli plana sahip olanların boşlukları belli bir düzene sahip değilse de ana absisleri pencere açıklığına sahiptir. Sekizgen formda olanlardan Şeyh Süleyman Mescidi üst kotta her yüzeye açılan kemerlere yerleştirilen pencerelerden, Sancaktar Hayrettin Mescidi ise yine üst kottaki 4 pencere açıklığından aydınlanır.
Sonuç olarak malzeme kullanımındaki sınırlamalar Bizanslı mimarları yeni form ve plan çözüm arayışlarına sokmuş, bu doğrultuda gelişim gösteren yapıların iç mekan aydınlatılması için belirlenen teknikler benzer şekilde uygulanmaya çalışılmıştır. Bizans Mimari kimliği her bir yapıda kendini gösterse de yapı boyutlarının farklılığı pencere konumlanışları ve iç mekana sağlanan ışık oranlarının değişken sonuçlar vermesine neden olmuştur.

D.M. Berson: “Strange vision: ganglion cells as circadian photoreceptors”
.

Christian Cajochen “Alerting effects of light”

D.M. Berson: “Tuhaf görüş: sirkadiyen fotoreseptörler olarak ganglion hücreleri

Christian Cajochen “Işığın Uyandıran Etkileri”

Alfred Holden, “Geceyi Işıtmak: Teknoloji, Kent Hayatı ve Sokak Aydınlatmasının Evrimi” Places Journal, 8:2, 1992, Çevresel Tasarım Koleji, UC Berkeley

Wolfgang Schivelbusch, “Sokaklarda Gece Korkusu”, Şehir Algısı: Şehirciliğe Alternatif Bir Yaklaşım, 65, 2005, Kanada Mimarlık Merkezi = Centre Canadien Architecture

Franz Hölker, Işık kirliliği üzerine disiplinlerarası bir araştırmaya duyulan acil ihtiyaç – “Verlust der Nacht”tan “LonNNe”ye, ALAN 2013 1. Uluslararası Geceleyin Yapay Işık  Konferansı. www.darkskysociety.org/

(Dönmez Ş., "Yeni Arkeolojik Araştırmalar Işığında İstanbul’Un (Tarihi Yarımada) Neolitik, Kalkolitik Ve Demir Çağı Kültürleri Üzerine Genel Değerlendirmeler", Vakıf Restorasyon Yıllığı 2. Restorasyon, Konservasyon, Arkeoloji, Sanat, ss.19-25, 2011)

(Muller Wiener W., Istanbul’un tarihsel topografyası,ss.16-19,2007)

(Eyice S.,Petit guide a travers les monuments byzantins et turcs,ss. 61,1955)

(Mango C, Bizans Mimarisi,ss. 334-342,2006)

(Ousterhout R., Master builders of Byzantium,ss. 128-132, 2008)

(Böke H.,Akkurt S.,İpekoğlu B. "Tarihi Yapılarda Kullanılan Horasan Harcı ve Sıvaların Özellikleri", Yapı dergisi 269, ss.90-95, 2004)

(Ousterhout R., Master builders of Byzantium,ss. 136-139, 2008)

(Eyice S., Son Devir Bizans Mimarisi, ss.70,1963)

(Ousterhout R., Master builders of Byzantium,ss. 140, 2008)

(Ousterhout R., Master builders of Byzantium,ss. 151-156, 2008)

(Van Millingen A., Byzantine Churches in Constantinople,ss. 336, 1912)

 

SELAHATTİN TÜYSÜZ

Impact of Traditional Construction Techniques in the Byzantine Capital on the Composition of Natural Light in Interior Spaces

Even though the history of settlements in Istanbul dates back to the Neolithic era , it was the foundation of Byzantium by Byzas, the king of Megaras, that defined the place as a city. The historical peninsula became the capital of the Roman Empire in 328 A.D. and thereafter suffered great damages as a result of sieges, fires, earthquakes, public riots, and later on demolitions with the excuse of opening new and larger roads in the modern period. Therefore the number of early structures that can be studied remains quite limited.
In order to come up with a substantial commentary on the use of traditional materials, we must study sample cases where the structures have been fully preserved. Since there are no examples of civil architecture in such integral condition, the still-standing Byzantine places of worship must be examined as the earliest cases. After the Ottoman conquest of the city, this group of structures – with the exception of Moukhliotissa Church in Fener – were consecrated by the authorities, transformed into mosques, schools, dervish lodges, hospices, arsenals and were thus preserved. Even though the renovation work carried out during the Byzantine and Ottoman periods resulted in deviations from the original states, the findings can help us get correct information regarding the production and usage of traditional construction materials as well as the means by which natural light was used in interior spaces.
Although the plans of these churches built between the 5th and 7th centuries are diversified, they show similarities in their use of bricks, tiles, plaster, stone, materials re-cycled from older structures and windowpanes that are manufactured and used in a certain way to allow sunlight through.
There is information about brick kilns being located in the city’s environs where the population was less dense. Roman traditions were maintained in the manufacturing of bricks. After the clay was extracted from the soil, it was ground, kneaded with water, then flattened inside metal or wooden containers, left to dry on sand for at least a day and up to a week, until ready to be fired in the kiln. After this process was complete, the kiln was left to cool for a week. The bricks that then came out were 32-36 cm wide and 3,5-5 cm tall.
The Horasan plaster used in Byzantian structures is an orange coloured plaster strengthened by added materials such as broken bricks during the extinguishing of the calcium oxide which is produced as a result of calcinating the limestone through heating. After they were extinguished, these plasters are left untouched for at least three years to increase their resistance . A research study on the dome of the Hagia Sophia Church revealed that this plaster was much stronger than its counterparts used in the West in the same period. The limestone frequently seen on the façades used to be quarried from the stone pits that stretched from Bakırköy – formerly known as Hebdemon – to Sefaköy. Since the Marmara region was quite limited in the variety of stones it offered, the decorative marbles and columns used in the interiors of the churches were either exported from other regions or re-cycled from other dated structures.
Glass elements which were produced in small numbers due to difficulties involved in production were placed inside frames made of marble or plaster. Since the church windows that have survived till now have gone through too many changes in time, for information on the original frames we only have excavations to rely on. During the excavation work in Fenari Isa and Fethiye Mosque, they found marble and plaster window frames of 10-20 cm width, installed with square, circular and triangular glass pieces. These remains have shown us that the glass takes up too little space inside the window frame. Therefore it should be known that the amount of natural light these structures receive today differ from the amount they received originally. Another important finding about interior lighting consists of decorative and figurative pieces of stained glass in the Zeyrek and Kariye Mosques. These works of stained glass obviously produced under the Western influence, are thought to have been made of local sand in the early 12th century.
When the Empire started losing its power, grand scale buildings gave way to annexes expanding the existing churches and small scale buildings built with re-cycled materials. In these structures where a diversified range of plans are applied, we see mostly the Greek Cross plan. Hirami Ahmet Pasha Mosque, Eski Imaret Mosque, Kalenderhane Mosque, the Northern Wing of Fenari Isa Mosque, Bodrum Mosque, Vefa Kilise Mosque, Atik Mustafa Pasha Mosque, Gul Mosque, South Wing of Fethiye Mosque, North and South Wings of Zeyrek Mosque, Hagia Irene are the structures where we can see this plan. At the Kocamustafa Pasha Moque, South Wing of Fenari Isa Mosque and North Wing of Fethiye Mosque, we see the tunnel plan, at the Little Hagia Sophia Mosque we see the clover leaf plan, and at Hagia Sophia we see the dome basilica plan. Even though the true functions of Manastir Masjid, Kasım Agha Masjid, and Kefevi Masjid - which all consist of a single nave – are not clear to us, they are thought to be the annexes of the surrounding monasteries. The apertures which let the natural light through are positioned as defined in the plans. In the Greek Cross plan, the lighting of the main hall which is called Naos is through the windows opening towards the walls that correspond to the arms of the crucifix, generally placed on the three arches and on two or three different levels. The domes covering the main hall are supported by drums and have 6, 8, 12 or 16 surrounding windows. As part of the bema, the corner pastoforions (side rooms) are lit through the windows placed on the arch pockets and the side walls. Even though the main apse may generally have apertures placed on the three arches, it is also possible to see cases where windows are placed inside a larger arch. The rooms located in the corners of the cross plan each have one window opening to the side walls. The interior and exterior narthexes which consitute the space reserved for the congregation in the churches are generally lit through the apertures opening towards the side walls and also through the apertures on the exterior walls, placed in alignment with each of the vault sections constituting the narthex. Another detail seen in the narthexes are the domes on drums, with 8 to 12 window apertures, as can be observed in Vefa Kilise Mosque, Chora Mosque and Zeyrek Mosque. The apertures in structures with tunnel plans are similar to those with cross plan churches. The naos is lit through 8 to 12 openings on drums. Inside their bemas are windows placed on single or triple arches. On the dome of the Little Hagia Sophia Mosque – which is an early structure with a centralized plan – the light is distributed evenly as it comes through eight apertures. Each surface of the main apse, which comprises of three surfaces in total, has apertures on three different levels. The windows (whose forms have obviously changed in the Ottoman period) across the northern and southern walls of the structure, light up the corridors surrounding the naos and the upper gallery. As the only structure that has survived to this very day as a church, Moukhliotissa Church has the darkest interior, because the small apertures on the drummed dome masking the centre of th clover leaf plan and the window on the side façade of the original building allow very little natural light to go through. The interior of Hagia Sophia – the most glorious of all surviving Byzantine structures – is lit through 40 window apertures placed on the main dome and the rows of five windows placed both on the half domes and the supporting half domes which are smaller. Furthermore, with the five top row window openings and seven bottom row window openings placed on the central arches on the North and South, it is made sure that the naos is perceived in the most exquisite way possible. The apertures placed upon the arches on the exterior walls lying along the galleries on the ground and upper floors provide illumination for the the narthex and the spaces between the columns and exterior walls. 
Out of the monastery annexes that are still in existence today and whose true functions are still unknown to us, those with single nave plans don’t have apertures lined up in a specific order but their main apses have window openings. Out of those with octagonal forms, Suleyman Masjid is lit through the windows placed on arches on the upper floor, and Hayrettin Masjid is lit through four windows that are also on the top floor.
In conclusion, the limitations experienced in terms of materials forced Byzantine architects to seek alternative forms and solutions, and interior lighting techniques specifically developed for such buildings were applied in a similar fashion. Although the Byzantine architectural identity manisfests itself in each and every structure, the differences in size and the positioning of the windows lead to variant results in the ratio of light supplied for the interiors. 

 

 

SERGIO BOCCIA
Light on Mars

An astronaut confessed that, up in the sky, he missed the warm, vivid luminosity of his country.
I wonder how daylight is on other planets. It must be an extraordinary experience, isn’t it?
Or would it be any familiar? Maybe sunrays will be scattered as in hazy Beijing or pure and collimated as at Himalayas.
Somebody might then luckily feel at home.

I find that each person keeps imprint a peculiar perception of light. The lightscape surrounding his childhood, I guess. A different type of original sin, to tag it.
This because each point on Earth has a distinctive luminous field due to differences in altitude, latitude, humidity, pollution, morphology, orientation, colour palette…
If it makes a difference for wine, it should be same for humans.
So should an artificial simulation be necessary on remote human settlements, what natural lighting should be copied?

In South Italy, sunrays are pointed as arrows. Shadows are razor-blades and the eye can catch minute details. Our mind goes to the trespassed bodies shown on Egyptian papyri or Les Corbusier’s cry in Athens.
Totally different conditions are under the silvery cloudy sky in London, where light is instead drained of blood, pale and poor in contrast.
Daylight can be unpredictable as during desert storms in the UAE. Initially the suspended sand is magically glowing. Later, the body feels refreshed under the shadow of flying dust: shadow there is an epidermis sensation.
At Arctic latitudes, the natural radiation comes with mystery. Could be in the form of ghostly Northern Lights. There’s also a moment at sunset, in winter, when white objects covered by snow become temporarily visible.
Sunshine in the Taklamakan desert is penetrating and potentially killing. At zenith it is a heavy weight over our head.
There’s a sweet spot in Tibetan plateau, where you we can feel being in Beirut. Interesting, an Arabic community choose to establish there.
Light and water melt in Venice. In autumn, in a foggy morning, a single cross-fade between liquid element and somnambulant radiation is confusing our senses. It is said that this state inspired Carlo Scarpa designing the Olivetti shop in Piazza san Marco.

Natural light, in polluted Shanghai…. is gone.

What a challenge is conveying the nuances of light.
We often consider light as a visual element, relying mostly on images to document it, while I look at a sunbath as an experience beyond vision; something closer to a dense sip of macha tea.
Quoting Frank Zappa, a postcard can convey the experience of being in a place, as a music score can convey the experience of listening a piece of music. The only way to really know how it sounds is to play it, as the only way to know daylight at Sahara, North Pole or Instambul is to personally go there.
Direct experience is terribly underrated.

So I doubt we will be shortly able to make astronauts feel at home.
But in one thing we could be of help when they feel alone in the sky. As any visible element, humans emit –by reflection- light. So looking at Earth, the lonely space traveller should consider that maybe, by a remote chance, somebody is lighting him up.

Tokyo 2016, 08 - 19

 

SERGIO BOCCIA
Mars’ta Işık

Bir astronot, uzaydayken ülkesinin sıcak ve canlı parıltısını özlediğini itiraf etmiş.
Başka gezegenlerde gün ışığı nasıldır, merak ediyorum. Oldukça sıradışı bir deneyim olmalı, öyle değil mi?
Tanıdık gelen bir şeyler olur muydu acaba? Belki de güneş ışıkları puslu Pekin gibi parça parça dağılmış ya da Himlayalardaki gibi dupduru ve hizalanmış olurdu.
O zaman insan – ne büyük şans ki – kendini evindeymiş gibi hissedebilirdi.

Bence herkes kafasında kendine ait tuhaf bir ışık algısını saklı tutuyor. Çocukluğunu çevreleyen ışık manzarası olabilir bu. Üstüne bir etiket yapıştırmış olmak için, buna bir tür ilk günah diyebiliriz. Çünkü dünya üzerindeki her bir noktanın, yükseklik, enlem, rutubet, kirlilik, morfoloji, oryantasyon, renk paleti gibi etmenlerdeki farklılıklara göre değişen kendine özgü bir ışıklı alanı var. Şayet bunun şarap üzerinde etkisi oluyorsa, insanlara da etki ediyor olmalı.
Dolayısıyla ücra insan yerleşimlerinde yapay bir simülasyon gerektiğinde, nasıl bir doğal aydınlatma türü taklit edilmeli?
Güney İtalya’da, güneş ışıkları ok gibi yönelirler. Gölgeler jilet bıçakları gibidir ve gözler en ufak ayrıntıyı yakalayabilir. Akla Mısır papirüslerinde görülen çiğnenmiş bedenler ya da Atina’da Le Corbusier’nin haykırışı geliyor.
Londra’nın gümüşi bulutlu göğünde ise tamamen farklı koşullar söz konusudur. Burada ışık, kanı çekilmişçesine, soluk ve zayıftır.
Gün ışığının Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşanan çöl fırtınalarındaki gibi önceden tahmin edilemeyen bir mizacı olabilir. İlk başlarda, havada asılı kalan kumun sihirli bir parıltısı olur. Sonra vücudunuz uçuşan tozların gölgesinde tazelenmiş hisseder: orada gölgeler insana derisinin üst tabakası gibi bir his verir.
Arktik irtifalardaysa, doğal ışıma beraberinde bir esrar getirir. Bu, hayaleti andıran Kuzey Işıkları şeklinde olabilir. Kışın gün batımlarında da bir an olur, karla kaplı beyaz objeler geçici görünürlüğe kavuşurlar.
Taklamakan Çölü’nde gün ışığı insanın içine işler ve öldürücü potansiyeli vardır. Zirvede başımızın üstünde ağır bir kütle olur.
Tibet platosunda tatlı bir nokta vardır. Burada Beyrut’ta gibi hissedebilirsiniz. Bir Arap toplumunun burada yerleşmeyi seçmesi ilginçtir.
Venedik’te ışık ve su birbirinin içine erir. Sonbaharın sisli bir sabahında, mayi element ve adeta uykusunda yürüyen bir ışınım, duyularımızı karman çorman eder. Bu halin Carlo Scarpa’ya Piazza san Marco’daki Olivetti mağazasını tasarlarken ilham verdiği anlatılır.
Doğal ışık, kirlenmiş Şangay’da…terk-i diyar eylemiştir.
Işığın nüanslarını aktarmak ne kadar zorlayıcı bir sınav!
Işığı çoğu zaman görsel bir öğe olarak düşünüyor, onu belgelemek için daha çok görüntülere bel bağlıyoruz. Bir güneş banyosuna, görmenin ötesinde bir deneyim olarak baktığımda, koyu bir yudum maça çayı aklıma geliyor.
Frank Zappa’dan bir alıntı yapacak olursam; bir kartpostal bir yerde olmanın deneyimini ne kadar aktarabilirse, bir müzik partisyonu da bir müzik eseri dinlemenin deneyimini o kadar aktarabilir. Yazılı notalardan nasıl bir ses çıkacağını bilmenin tek yolu bir enstrümanla onları çalmaktır. Sahara’da, ya da Kuzey Kutbu’nda, ya da İstanbul’da gün ışığının nasıl olduğunu hakikaten bilmek için de buralara bizzat gitmek gerekir.
Doğrudan edinilen deneyimin değeri hiç bilinmiyor.
Dolayısıyla astronotları evlerinde gibi hissettirebilmemiz yakın zamanda mümkün olacak gibi durmuyor.
Ancak uzayda kendilerini yalnız hissettiklerinde yardım etmek için yapabileceğimiz bir şey var. Görünür olan her element gibi, insanlar da – yansıtma yoluyla – ışık yayarlar. Dolayısıyla, kendisini yalnız hisseden bir uzay gezgini Dünya’ya bakarken, belki de birisinin o sırada - uzak bir ihtimal de olsa – kendisini aydınlatıyor olduğunu düşünebilir.

Tokyo 2016, 08 -19

AYDIN VOLKAN
Vega’yı görmek

Hayatımız yıldızlarla iç içe. Mecazi anlamda değil, sembol olarak kastettiğim. Bayraklarının en sık kullanılan öğesi, rütbeleri ve hiyerarşiyi belirleyen işaretler, kimi dinlerin kutsal sembolü, kimi kültürlerde geleneksel motifin temel taşı yıldızlar neredeyse tarih öncesinden beri kullanılan bir sembol.

Evrensel kültürdeki yıldızların sembolik hakimiyeti bana şaşırtıcı geliyor. Ne de olsa pusulanın icadından sonra yön bulma işlevini kaybeden yıldızların insanlığa pratik anlamda pek bir faydası yok artık. Astroloji ile de ilgilenmiyorsanız yıldızlar sizin için sadece bir sembol. Evrensel kültürü hakimiyeti altına alan  bu sembolün simgelediği nesneden bu kadar kopuk olmasının sorumlusu bana göre yapay aydınlatma.

İnsanlığın neredeyse üçte ikisinin yaşadığı şehirlerde onları perdeleyen yapay aydınlatma nedeni ile yıldızlar artık sadece ayakkabımızda, kahvemizin bardağında, gezindiğimiz web sitelerinde veya kaldığımız otelin kapısında karşımıza çıkıyor. 

Büyük ve Küçük Ayı takım yıldızlarını, Kuzey Yıldızı Polaris’i görmeden yaşayan milyonlarca insan sürekli bu yıldızların sembolleri ile haşır neşir. Çağdaş medeniyetin şehirleri ve mekanları aydınlatma arzusu belki de milyarlarca insanın yıldızları görmesini engelliyor.

Bu arzu öyle bir hal aldı ki, aşırı aydınlatmadan gece görüş yetilerimizin azalması evrimsel bir olasılık olabilir. Sokakları fazlası ile aydınlatılmış şehirlerde, her odası aşırı aydınlatılmış binalarda sürekli parlak ekranlara bakan bir canlı türünün, zifiri karanlıkta bile yıldızları seçemeyecek şekilde evrimleşmesi uzak bir ihtimal olmasa gerek.

Bir mimar olarak yapay aydınlatma konusunda artık aşırıya kaçtığımızı düşünüyorum. Özellikle İstanbul fazlası ile aydınlık ve gözü yoran bir şehir. Hiç önemli olmayan binaları dahi fazlası ile aydınlatıyoruz. Reklam tabelaları ise aydınlık yüzeyleri bir kaç misli artıran ve gözümüzü yoran başka unsurlar.  Bu ışık cümbüşü içinde başta kuşlar olmak üzere şehirleri paylaştığımız hayvanların gece hayatı da herhalde olumsuz etkileniliyordur. Geceleri dahi susmak bilmeyen martı ve kargaların bize anlatmak istedikleri budur belki.

Şehirlerimizi istila eden LED tabela çılgınlığından hiç bahsetmek bile istemiyorum. Yapay aydınlatmada konfor koşullarının en temel prensibi, ışık kaynağının saklanması ve yüzeylerden yansıyan ışıkla ortamı veya nesneleri aydınlatmadır. Bu en temel prensibin çiğnenmesi bir yana, artık binalarda yüzeyler değil konturlar vurgulanıyor LED şeritlerle. Bina kütleleri gündüz yeterince gözümüzü rahatsız etmiyormuş gibi gece de bu ışıklı çizgilerle kendilerini hatırlatıyorlar. Binaların tepesine ve cephesine asılan dev ekranlar da bu kakofoniye eşlik ediyor. Trafiği durma noktasına gelen büyük kentlerde karşıdan gelen sarı, önünüzdeki kırmızı ışık nehri midemizi bulandırıyor.  Binalardaki, tabelalardaki, billboardlardaki ışık kaynakları sürekli retinalarımıza çarpıyor, gözlerimiz kamaşıyor. Blade Runner gibi pek çok bilim-kurgu filmindeki distopik mekanlarda bile bu seviyede bir aydınlık öngörülmüyordu.

Güvenlik uğruna fazlası ile aydınlatılan kentlerde, kendini göstermek isteyen binlerce bina salt kozmetik amaçlarla aydınlatılıyor. Bu ışık cümbüşünde her bir tabela diğerinin önüne geçmek için daha parlak, daha renkli daha büyük asılıyor. Sonuç fazlası ile aydınlatılmış mekanlar, sokaklar, meydanlar. Kent planlamasında aydınlatmaya da çağdaş ve bilimsel bir düzenleme getirilmesi gerek. Ne yazık ki ışık kirliliği için ne İstanbul ne de Türkiye’nin her hangi bir kentinde bir düzenleme olabileceğini sanmıyorum uzun bir süre boyunca. Kente en uzak, en sakin sandığımız tatil yerleri bile gereksiz aydınlatmalarla ışıl ışıl, yıldızları görmemize engel oluyor.

Bu durumda yıldızları görmek için çok uzaklara, bakir alanlara gitmemiz gerek. Bunu yapabilen kaç kişi olabilir ki. Ömrümüz boyunca kaç kez samanyolunu görmek için böyle bir fırsat yaratabiliriz. Fazla aydınlatılmış kentlerde yaşayan milyonlarca insanın kuzey yarıkürenin en parlak yıldızı Vega’yı hayatı boyunca görmeden öleceğini bilmek acı verici bir bilgi. Ne yazıktır ki bunu değiştirmek için elimizden çok az şey geliyor. Artık bir modaya dönüşen yeşil veya ekolojik binalar konusunda geliştirdiğimiz hassasiyetlerimizi aydınlatma konusuna yöneltmemizin zamanı gelmiştir belki.

 

AYDIN VOLKAN
Seeing Vega

Our lives are intermingled with stars. And not metaphorically, but symbolically so. As the most popular element of national flags, signs that determine ranks and hierarchies, divine symbols of some religions, and the linchpin of traditional motifs in some cultures, the star symbol has been in use since the prehistorical ages. 
I find it surprising that stars have such symbolical dominance within universal culture, considering that they don’t have much practical use since they lost their navigational function after the invention of the compass. Unless you are interested in astrology, stars are merely symbols for you. I believe that the culprit for this universally dominant symbol’s disparity from the object it actually represents is none other than artificial lighting.
Dues to the artificial lighting masking the stars in cities where nearly two thirds of all humanity reside, they now appear before us only on our shoes, coffee mugs, websites or hotel doors.
Millions of people who’ve never seen the constellations Ursus Major and Ursa Minor, or the North Star Polaris, are actually engaged in constant contact with the symbols of these stars. Contemporary civilization’s desire to illuminate cities and spaces may be preventing billions of people from seeing the stars for real.
This desire has grown to such an extent that it may be an evolutionary possibility that our night vision has already deteriorated due to excessive lighting. I guess it’s not so unlikely that a species constantly staring at bright screens in cities with excessively illuminated streets and buildings eventually evolves to a state in which s/he can’t make out the stars even in complete darkness.
As an architect, I am of the opinion that we have taken this business of artificial lighting too far. Especially Istanbul is too bright and hard on the eyes. Even insignificant buildings are overlit. Billboards increase the number of brightly lit surfaces and are also hard on our eyes. Inside this huge jamboree of lights, I am sure the night life of animals – especially birds – with whom we share the cities are negatively impacted. Perhaps the seagulls and crows squealing and cawing late into the night are actually trying to tell us something.
I don’t even want to talk about the LED board craze invading our cities. The most basic principle of comfort provision in artificial lighting is the masking of the light source and illumination of the envrionment and objects with light reflected off the surfaces. Not only is this principle violated but also the contours instead of surfaces are highlighted by these LED stripes. The large blocks of buildings keep reminding us of their existence during the night, as if we haven’t already had enough of them during the day. The giant screens suspended above the roofs and on the façades of buildings contribute to this cacaphony. In big cities where traffic is nearly at a standstill, the ever-flowing river of yellow and red light churns your stomach. The light sources on buildings and billboards perpetually strike your retina, your eyes are dazzled. Even the creators of dystopic spaces in many sci-fi films like Blade Runner did not envisage so much brightness. 
In cities that are excessively lit for the sake of security, thousands of buildings that aspire for visibility are lit up only for cosmetic reasons. In this razzle dazzle of lights, each billboard is designed to be brighter and bigger so that it can upstage all the others. The intevitable result is a massive collection of excessively lit spaces, streets and squares. Urban planning is in urgent need for contemporary and scientific regulations. Unfortunately I don’t think any such regulatory action to prevent light pollution is likely to take place neither in Istanbul nor in any other city of Turkey for many years to come. Even the holiday sites far removed from the city, which we think would be quiet and peaceful, are blocking our vision of the stars with their unnecessarily exaggerated lighting schemes.
So we need to go further away to virgin areas in order to see the stars. And how many of us can actually do that? How many opportunities can we create in a lifetime to see the Milky Way? It is painful to think that millions of people living in overlit cities will die before seeing Vega, the brightest star of the Northern Hemisphere. It’s a shame that there’s so little we can do to change this. Perhaps it is time to direct our sensibilities for green and ecological buildings – which is already a fashionable trend now – to the subject of lighting.

HAN TÜMERTEKİN
Karanlık

Mimarlık eğitimi almaya İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde 1976 yılında başladım. Hocalarımızın çoğu Nazi Almanya’sından kaçıp Türkiye’ye gelmiş ve Bauhaus etkisinde eğitim vermiş olan Holzmeister, Taut- Egli gibi mimarların öğrenci ve assitanlarından oluşuyordu. Bir yandan teknik üniversitenin içinde yer almak, öte yandan da Bauhaus geleneğine sahip olmak mimarlık fakültesindeki eğitimi hem teknik bilgi açısından donanımlı kılıyor, hem de sanat eğitimini içeren bir program ile eksiksiz hale getiriyordu.

Sanat programı “ Temel Tasarım?“ (Basic Design) ve “Modelaj “ ( Modelage ) atölyelerinden oluşuyordu. Modelaj atölyesini heykeltraş Yavuz Görey yönetirdi. Görey, modern heykelin öncülerinden Prof.Belling’in güzel sanatlar akademisinde asistanlığını yapmış, dönemin sanat ve heykel alanındaki tartışmalarını, odağında yer alarak yaşamış biriydi. Dolayısı ile pek çok anısı vardı ve sorularımızın bazılarını anıları üzerinden, başkalarının sözleri ile cevapladığı olurdu.
Işığın önemini anlamamı sağlayan konuşmamız da bir anısı aktarması ile son bulmuştu. Saatler süren bir atölye çalışmasının sonunda tamamlamış olduğum kilden rölyefteki yaprakların üzerine düşen ışık ve oluşan gölgeler hakkında geniş bir konuşma yapmıştık. Kil çamuru heniz kuruyup sertleşmemiş olduğundan yapraklardan birinin ucuna yaptığı basit bir müdahele ile yarattığı gölge müthiş bir derinlik duygusu veriyor, yada eklediği bir çizginin kalınlığı yaprağı daha da sahici kılıyordu. Kil tableti döndürdükçe gölgeler değişiyor, yapraklarda mevsimler oluşuyordu. Müdahaleleri yaparken biçime ilişkin tek kelime söylemiyor, sadece ışık ve gölgeden söz ediyordu.

Bir ara bundan yakındım kendisine: “Işıktan söz ediyorsunuz hep” dedim, “ O kadar önemli mi “ışık”? Prof. Belling’in asistanı iken kendisine benzer bir soru sorduğunu, Belling’in karşı sorusu ile cevabını aldığını söyledi gülümseyerek:

“ Kapat gözlerini, ne görüyorsun? “

Benim için o “ karanlık” ta her şey aydınlanmıştı.

HAN TÜMERTEKİN
Darkness

I began my architectural training in 1976 at Istanbul Technical University’s Faculty of Architecture. Most of our lecturers were the students and assistants of architects like Holzmeister, Taut and Egli who’d escaped the Nazi Germany, come to Turkey and delivered here a Bauhaus influenced education. To be a part of the technical university on the one hand, and to inherit the Bauhaus tradition on the other, meant that students at faculty of architecture were trained to be  both technically equipped and artistically adept.
The arts curriculum consisted of Basic Design and Modelage atelliers. The modelage atellier was led by the sculptor Yavuz Görey. Görey had assisted at the fine arts academy of Prof. Belling who was one of the pioneers of modern sculpture and had experienced that atmosphere of heated debate on art and sculpture at its very core. So he had many memories to share and freely delved into them to answer many of our questions.
One of our conversations which raised our awareness of the importance of lighting ended with his sharing of one such recollection. It was a long conversation about the light falling on the leaves on the clay relief which I’d completed after hours of labour in the workshop and the shadows that formed as a consequence. Since the clay hadn’t yet dried and hardened, a simple intervention by him on the tip of one of the leaves and the shadow it thus created, gave an incredible sense of depth, or the weight of a line he added gave a more realistic dimension to the leaf. As he turned the clay tablet, the shadows changed and seasons formed on the leaves. While he was making all these interventions, he said not a word about form, he only talked about light and shadow.
At one point, I complained and said: “You keep talking about light. Is it really that important?” With a smile on his face, he said that while he was assisting Prof. Belling, he’d asked a similar question and received a counter question as his answer:
“Close your eyes, what do you see?”
So, for me, inside that “darkness”, everything was illuminated.

MELİKE ALTINIŞIK
Extraordinary Elegance

Light is one of the most important factors in the appreciation of Architecture. The relationship between light and architecture is grounded in the principles of physical environment. To limit and experience a space we surround it with surfaces. Light is the key element  which defines the architectural space in between those surfaces. So, Light contributes to the perception and understanding of the space while adding value to its function and bringing an emotional component for its users.
Light behaves differently according to the design characteristics of the surrounding surfaces. Usually the spaces we live in are surrounded with sharp, planar surfaces. In these kind of spaces light has dramatically defined boundries.
According to Christopher Alexander, compartmentalization and the dissociation of internal elements are potential signs of anarchy and schizophrenia. Fuzzy logic thinking is another step of helping human thought to recognize our environment less as a world of crisp boundaries and disconnections and more as a field of swarming agents with blurred borders.

From this point of view, as a designer when you create a space with soft corners you start to blur the boundries where you start triggering the series of hints and clues and gestures for the user of the space. 

Especially understanding the art of natural lighting in this kind of architecture allows the designer to acknowlodge the design process and using Light as a building material provides the opportunity to sculpt and create the extraordinary spaces. Light as a design tool starts to sculpt and effect people’s emotions through their journey in space. Besides that using light as a design tool the designer may define the elegance in space where the extraodinary elegance arises by articulating complexity in architectural space design and thrives on complexity rather than simplicity.

When you apply this idea on the furniture scale such as the Spira Table. The flowing and rhythmic  structure of the table SPIRA is intriguing, thus speaks the same language with its function which becomes something continues, fluid and four-dimensional world where it transforms structure into space and with the power of the natural light it gathers various users and their agendas around same space.
The extraordinary elegance is hidden in different states of natural light such as sunny direct light and soft diffuse light of cloudy days on this type of architectural forms. Like the design of Çamlıca TV Tower It evokes the deep mysterious shadows in the dark black grounds, with colours peening through the menacing forms. In this sense of complexity that assimilates the design work to organic natural systems where  elegant compositions are so lightly integrated that they cannot be neatly decomposed. The balance of these three elements light, soft corners and mysterious shadows will create a visually appropriate scene accordingly to the character and use of the architectural form and space.

MELİKE ALTINIŞIK
Sıradışı Zerafet

Mimarlığın en önemli temel taşlarından biri ışıktır. Mimarlık ve ışık arasındaki ilişki fiziksel çevre koşulları ile biçimlenirken, boşluğun yüzeyler ile sınırlandırılması ile mimari mekan oluşturulur. Bu bağlamda ışık boşluğun mekanlaşmasında önemli bir rol oynamak ile birlikte bir yandan mekanın fonksiyonuna değer katar, diğer yandan ise o mekanın kullanıcılarına da duygusal bir katkıda bulunur.
İçinde bulunduğu mekanın tasarım karakteristiklerine göre ışık farklı davranışlar sergiler. Genellikle içinde yaşadığımız mekanlar keskin düzlemsel yüzeyler ile çevrilidirler. Bu tip mekanlarda ışık çevrili olduğu keskin sınırları dramatik ve net bir şekilde tanımlar.

Cristopher Alexander’a göre; bir sistemi oluşturan alt elemanların sınıflandırılması ve ayrışması potansiyel anarşi ve şizofreni işaretleridir. ‘Fuzzy Logic’ düşünme şekli insan düşüncesinde çevreyi ve dünyayı daha az keskin hatlı sınırlar ile okumak yerine çoklu ajanların çoğalarak bir araya geldiği alansal kavramlar üzerinden okumayı sağlar. Bu bakış açısının kullanıldığı bir tasarım sürecinde eğrisel yüzeyler ile tasarlanmış, köşelerin kaybolduğu mekânsal tasarımlarda sınırlar belirsizleştiği gibi mekanın kullanıcıları açısından çeşitli ipuçları ve jestlerin keşfedildiği bir serüvene dönüşür. .

Özellikle doğal aydınlatma sanatını anlamak, tasarımcının tasarım sürecinde ışığı adeta bir tasarım malzemesi olarak kullanmasına olanak sağladığı gibi mekanı şekillendirmesini ve sıradışı mekanlar tasarlamasını da sağlar. Bir tasarım aracı olarak ışık, kullanıcılarının mekanı tecrübe etme serüvenleri süresince duygularını etkiler ve onlara şekil verir. Bunların yanısıra tasarımcının zerafeti içinde barındıran mekanlar  tasarlanmasına olanak verir. Sıradışı zerafet ise ifadesinin gücünü sadelikten öte kompleks karmaşık yapının sistemde kendini var etmesi ile ortaya çıkar.

Mekan ölçeğinin yanısıra ‘ SPIRA Table’ gibi mobilya ölçeğindeki bir masa tasarımına bu düşünce yapısını işleyince, SPIRA akışkan strüktürel yapısı, fonksiyonu ile aynı dili konuşmayı başlayan sürekli, akışkan, dört boyutlu bir yaklaşımıyla strüktürü mekan içinde var eder. SPIRA doğal ışık altında algıda görsel oyuna dönüşen tasarımı ile kullancıları aynı mekanda çevresinde toplar.
Sıradışı zerafet güneşli bir gündeki direkt ışık, bulutlu bir gündeki yumuşak dağınık ışık gibi doğal ışığın mimari form üzerindeki çeşitli varoluşlarında gizlidir. Çamlıca TV ve Radyo Kulesi tasarımında olduğu gibi gecenin karanlığında arka planda ayın doğal ışığı ile  form üzerinde yaratılan gizemli gölgeler keskin renkler arasında geçiş yaratır. Tasarım bu tarz bir karmaşada zarif kompozisyonların doğal bir şekilde işlendiği ve kolayca bütünden ayrıştırılamayacağı organik bir doğal sistemi andırır.  Işık, eğrisel yüzeyler ve gizemli gölgeler üçlüsünün kurduğu dengeli tasarım ile mimari formun ve yarattığı mekanın fonksiyonu, tasarım karakterine uygun görsel bütünlük oluşturur.

PROJELER
  • Dini Yapılar
  • Eğitim Yapıları
  • Endüstriyel Yapılar
  • Geçici Mekanlar
  • Kamu Yapıları
  • Kentsel Aydınlatma
  • Konutlar
  • Kültürel Yapılar
  • Ofisler
  • Oteller
  • Park ve Bahçeler
  • Perakende ve Avm
  • Sağlık Yapıları
  • Sanat Eserleri
  • Sanat Mekanları
  • Ulaşım Yapıları
  • Yeme-İçme ve Eğlence Mekanları
  • BİZE ULAŞIN
    Bizi Takip Edin
    Bizden haberler için kayıt olun
    KAYIT OL
    BAŞA DÖN arrow TEPTA LIGHTING 2023
    All Rights Reserved